16 Mart 2012 Cuma

'Bel Ami' İle İlgili Film Eleştirileri

Yükselmek, ahlaksızlığa uyumla mümkündür!

19.yüzyıl sonlarındaki Paris'te, yakışıklı, çekici, akıllı bir genç adam: Georges Duroy, Cezayir'de savaşıp köyüne değil, ait olduğu sömürge devleti Fransa'nın yüreğine gelmiştir. Koyu yoksulluktan kurtulup yükselmenin, güçlü erkeklerin karılarının yataklarından geçtiğini keşfetmesiyle birlikte de hırsını ve açgözlülüğünü maskelemeye çalışarak ahlaksızca basamakları tırmanmaya başlayacaktır. Ama dikkat; gazete sahipleri ve yazarlarının hükümetler devirip kurarak 'yayılmacı politikaları' bürolarından yönettikleri bir düzende, aslında en ahlaklı Georges olmasın sakın?

İngiliz tiyatro sanatçıları (yönetmen, yazar, tasarımcı...)Declan Donnellan ve Nick Ormerod, bu ilk uzun metraj filmlerinde, tutkuların belirlediği bu 'sınıf atlama' hikâyesini, tam da eserin yazarı Guy de Maupassant'ın etkilendiği akımlar olan realizm ve natüralizme sadık kalarak aktarmışlar.

Maupassant, bireyin toplumla ilişkisi ile uyumunu, doğal ve nesnel bir bakış açısıyla inceler. Dram, bu gerçekçilik ve doğalcılık üzerinde yükselir. Romantizmden bir dönüştür bu ve Maupassant'ın dinin aldatıcı etkisine karşı geliştirdiği olumsuz görüşlerinin de izlerini taşır. Çünkü ölümden sonra toprakta çürümekteyizdir sadece; çünkü ikiyüzlü ahlakın baş müsebbiplerinden cinsel arzular sınır tanımaz (Georges, patronunun karısı, daha sonra 'kara sevda'nın içine düşecek olgun Virginie'yi kilisede baştan çıkarır).

Georges zengin olmaya giden yolda cinsel cazibesinin tüm numaralarını kullanırken, aşağılanmaya ve ait olduğu alt sınıfın 'kafasına vurulmasına' razı olacak (bir süreliğine evlendiği dul akıl hocası Madeleine tarafından bir sahnede 'becerilir' mesela ), 'birini sevme' duygusunu da hep diplere itecektir (belki, başka bir evli aşığı Clotilde ile mutlu olabilirdi). Çünkü gerçek dünyada güçlüler ve ezilenler vardır; yükselmek için de güç oyunlarını acımasızca oynamak gerektir.

Robert Pattinson: "Alacakaranlık" (Twilight) serisinin 'soğuk' vampiri Edward Cullen karakterinin altında ezilmeyecek denli iyi bir oyuncu olduğunu, zaten, bundan önceki,"Beni Unutma"da (Remember Me)olduğu gibi farklı performanslarla ispat etti. Burada ise çok zor ve ince ayrımlar gerektiren rolünün altından kalkıp, bir tür anti-kahraman olmanın ruhsal gelgitlerini ve fiziksel cazibesini inandırıcı kılıyor. Birlikte oynadığı oyuncuların altında kalmadığı gibi, rolünün de avantajıyla sahneleri ele geçirmesini biliyor. Tabii, Uma Thurman, Christina Ricci ve Kristin Scott Thomas'ın da haklarını teslim ederek, Georges Duroy'un amacına giden yoldaki kadınları mükemmel canlandırmaları sonucu bu erkek karakterin belleklerde kalıcı bir sağlamlığa ulaştığını belirtmek gerek.

"Bel Ami" ya da "iyi arkadaş", şüphe yok ki, geçtiği dönemle sınırlı olmayan bir öykü. Gerçek ya da kurmaca, sinemanın geçmişe bakarken bugünle kurduğu köprü önemli ve film bunu sağlarken seyirciye de geniş yorum / tartışma olanakları sunuyor.

7.5/10

Ali Ulvi Uyanık | PopülerSinema

________________________________________________________________________________________________________________________________________

Aşkım Benim > Beyazperde eleştirisi

19. yüzyıl Fransız edebiyatının büyük ustalarından Guy de Maupassant'ın bizde "Güzel Dost" adıyla yayımlanan 1885 tarihli romanından uyarlanan Aşkım Benim (Bel Ami), yazarın ortaya koyduğu atmosferi az çok yansıtabilen bir çalışma olarak hedefine ulaşır gibi görünüyor. Kısa hikâye formunun üstadı olan Guy de Maupassant'ın az sayıdaki romanından birine tutunan yapım, başkarakteri Georges Duroy özelinde bir ‘yükseliş' hikâyesi anlatıyor bizlere.

Alacakaranlık (Twilight) serisiyle yıldızlaşan, kısa zamanda özellikle genç kızların sevgilisi haline gelen Robert Pattinson'ın canlandırdığı Georges Duroy, dibe vurduğu noktada eline geçen şansla yükselişe geçen bir adam. İçlerine hiçbir zaman giremeyeceği zengin sınıfa dahil oluyor bu şansı kullanarak. Yakışıklılığını da amaçları için araca çeviren karakter, üst sınıfın kokuşmuş ilişkileri içinde giderek evriliyor ve dahil olmaya çalıştığı sınıftan bir ‘canavar'a dönüşüyor bu süreçte. Aslında bu sınıftan intikam alma motivasyonuyla hareket ediyor Georges, ama hedefine yol alırken kendisini kaybetmesi de kaçınılmazlaşıyor...

Sırf popüler olduğu için başrole değer bulunduğu apaçık ortada olan Robert Pattinson, örneğin Allen Coulter imzalı Beni Unutma (Remember Me) filmindeki başarısından uzak görünüyor Aşkım Benim'de. Orada Alacakaranlık etkisinden sıyrılmış gibi duran aktör, buradaysa tam göbeğine hapsoluyor bu etkinin. İyiyle kötüyü aynı bünyede tanımlayan Georges Duroy karakteri, az çok "Alacakaranlık" serisinde canlandırdığı Edward Cullen'ı hatırlatıyor. Hâl böyle olunca, ister istemez hikâyeden uzaklaştırıyor bizi, filmin ‘klasik' doğasını sekteye uğratıyor onun görüntüsü.

Oysa, tiyatro kökenli Declan Donnellan ve Nick Ormerod'un klasik metne sadakat ve özenle yaklaştıkları bir film var karşımızda. Guy de Maupassant'ın eserine doğru açılardan yaklaşan Rachel Bennette imzalı senaryo da iki yönetmenin elini güçlendiriyor doğrusu. Ama her şey bu kadarla bitmiyor tabii. Hikâyenin taşıyıcı unsuru olan başkarakter inandırıcı olmayınca, yan karakterlerdeki kalburüstü isimler de boşa kürek çekmiş oluyorlar. Uma Thurman, Kristin Scott Thomas, Christina Ricci, Colm Meaney gibi önemli oyuncuların birer ‘aksesuar'dan öteye gitmeyen karakterleri, bu isimlere hakaretten öteye bir anlam taşımıyor. Robert Pattinson, hikâyeyi öylesine domine ediyor ki, onlara nefes alacak alan kalmıyor. Belli ki yapımcıların tercihi olmuş bu, yıldızımızı olabildiğince çok göstererek seyirciyi tavlayalım demişler.

Tüm bu dengesizliğe rağmen, Aşkım Benim'in kötü olma ihtimali de yok tabii. Çünkü uyarlandığı eserden yansıyan ışıktan kaçmak mümkün değil. İnsanın özünde gizlenmiş, zaman zaman ortaya çıkan, kimi zamansa sonsuza kadar orada saklanan ‘çirkin ben'in marifetlerini anlatan Guy de Maupassant, filmin ruhuna da sızmayı başarıyor. İki yönetmen, oyuncu handikabını başka formüllerle aşmayı deniyorlar hikâye boyunca. Ellerindeki sağlam malzemeyi heba etmek istemeyen sinemacılar, Robert Pattinson'dan boşalan anlarda atmosfere yükleniyor ve hikâyenin iktidar boyutunu deşifre etmeye çalışıyorlar. ‘Güç'ün el değiştirmesiyle deforme olan iklime ilgilerini yöneltiyor, insan denen yaratığın doymak bilmeyen açlığını öne çıkarıyorlar.

Filmden akılda kalan bir başka şeyse, kadına olan yaklaşımda kendini gösteriyor. Erkek egemen toplumların kadına bakışındaki ‘aşağılama' refleksini net biçimde ortaya koyan hikâye, özellikle başkarakterin dünyasında onları ‘nefretlik' yaratıklar olarak resmediyor. Kullanılıp bir kenara atılan kadınların aşk arayışına karşılık, erkek dünyasının güç gösterisi öne çıkıyor. Kadınları birer ‘savaş zaiyatı' olarak gören anlayışın hüküm sürdüğü bir dönemin içinde temelleniyor filmin atmosferi. Başkarakter Georges Duroy, sıfırdan zirveye yükselirken hep kadınları eziyor, onların zaaflarından yararlanıyor, hiçleştiriyor karşı cinsi. Diğer erkek karakterlerde de durum pek farklı değil. Her hamleleriyle değersizleştiriyorlar kadınları(nı).

Sonuç olarak, doğru oyuncu tercihleriyle hedefe ulaşabilecek bir projenin sallana yuvarlana ilerlediğini görüyoruz Aşkım Benim'de. Edebiyat uyarlamalarının çekiciliği kurtarıyor bu filmi ve yaratıcılarını. Ya da şöyle ifade edelim: Guy de Maupassant, 19. yüzyıldan gelip ellerinden tutuyor, vasat sularda gezinmelerini sağlıyor en azından.

2.5/5


Murat Özer | Beyazperde
_______________________________________________________________________________________________________________________________________

Kadın avcısı

19'uncu yüzyılda Paris'te beş parasız bir adamın sosyetede adım adım yükselişini anlatan 'Aşkım Benim' kadınları bir seks objesi olarak gösterip, aşklarıyla dalga geçen kadın düşmanı bir film...

Bel Ami- Aşkım Benim

Eski bir asker olan Georges Duroy(Robert Pattinson) Paris'te sefalet içinde yaşamaktadır. Ancak, gözü hep kentin ünlü lokantalarına ve eğlence merkezlerine gelenlerin üzerindedir. Bir gün kendisini tanıyan bir kişinin yardımıyla Paris sosyetesinin içine girer. Kısa sürede yakışıklılığıyla tüm kadınların ilgisini çeker ve üç sevgilisi( Madeline- Uma Thurman, Mme Rousset- Kristin Scott Thomas, Clotilde- Christina Ricci) birden olur. Böylece kadınları kullanarak yavaş yavaş yükselmeye başlar...

Çok ucuz bir jigololuk

Guy de Maupassant'ın aynı adlı klasik eserinden uyarlanan 'Aşkım Benim' fakir bir gencin sosyetedeki yükselişini adım adım anlatıyor. Filmde, kadınların seks objeleri olarak gösterilmesi, hayatlarını tanımadıkları bir erkeğin eline bırakmaları pek inandırıcı değil. Hatta filmin bir sahnesinde "Fahişeler bile zengin oluyor" denilerek kadınlara hakaret bile ediliyor.

Yakışıklı bir gencin çekiciliğini kullanarak kadınları yatağa atması(özür dileyerek), çok ucuz bir jigololuk gösterisi. Hele bunu "Alacakaranlık" serisindeki vampir rolüyle üne kavuşan soluk benizli Robert Pattinson'un yapması, işi daha da ilginç bir hale getiriyor. Çünkü Pattinson, hâlâ kendisini bir vampir zannediyor!

Filmin en büyük artısı ise etkileyici müzikleri.

Ozan Akan | Milliyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder