6 Temmuz 2015 Pazartesi

F Dergisi (Yunanistan) Röportajı [Nisan 2015]

Sen de bunun farkındasındır mutlaka; sen ve James Dean'in hayatı benzerliklere sahip.

RP: Bana göre birbirinden tamamen ayrı. James Dean'in hikayesi belki bazı açılardan benim yaşadıklarıma benziyor ama açıkçası onun hayatı çok ilgimi çekmedi. En başımdan beri benim ilgimi çeken hayat hikayesi Dennis Stock'unkiydi.

James Dean'i nasıl biri olarak görüyorsun? Sana ilham veriyor mu?

RP: Neredeyse her oyuncu, James Dean'e takılıp kaldığı bir dönem yaşamıştır. Filmleri büyük etkiler yarattı. Bazı şeyler biraz abartılsa da onun bu işe henüz yeni başlamış olduğunu unutmamak lazım. Dönüp baktığınızda korkusuzca bir şeyler denediğine şahit olabilirsiniz. Bazı davranışları çok zarif, tıpkı bir balet gibi ama bazı davranıları ise kaba ve güçlü. Bir sürü fotoğrafını gördüm ne ilginçtir ki hiçbirinde kötü görünmüyor. Ve bu sadece yüzüyle alakalı bir durum değil. O kamera karşısında nasıl durması gerektiğini çok iyi biliyormuş. 1955'de insanlar sürekli fotoğraflanmazlardı ve o da henüz ünlü biri değildi ama yine de yüzünün fotoğraflarda nasıl görüneceğini görebiliyordu. Bu yönünü kontrol etmekte çok başarılıydı.

Fotoğraflanmak nasıl bir duygu? Hoşuna gidiyor mu?

RP: Bu konuda çok kötüyüm. Alacakaranlık vizyona girdiği dönemde mesela, belli bir görüntü sunmak istedim. Bunu kontrol edebildiğinizde hoş bir şey ama sürekli fotoğraflanmaya başladığınızda kontrol elden gidiyor. Birden korkuya kapılıyorsunuz ve sonra içine kapanık birine dönüşüyorsunuz. O süreçte "Sakın fotoğrafımı çekeyim demeyin!" döneminden geçiyordum.

Dane DeHaan ile çalışmak nasıldı?

RP: Eğer James Dean için doğru oyuncuyu bulamasaydılar bu projede yer almayacaktım. Dane'in rolü aldığını öğrendiğimde bu projede yer almak istedim çünkü o sevdiğim bir aktör ve ayrıca kendimle aynı yaşlarda biriyle çalışma şansını çok sık geçmiyor elime. Dane'in rolü oldukça zor. Özellikle de makyaj ve peruk devreye girince. Kulakları bile yapma. Delice! Ama o oldukça hoş bir herif. Gerçek hayatta James Dean ve Dennis Stock arasındaki ilişki oldukça garipmiş. İkisi birbirinden alabildiğine farklı kişilikler tıpkı ben ve Dane gibi, fakat biz buna rağmen çok iyi anlaştık.

Dünya üzerinde kendin olabileceğin bir yer ya da birileri var mı?

RP: Bu duyguyu sadece arkadaşlarım ve ailemin yanındayken hissediyorum. Yılda 8 ay boyunca hareket halinde olunca sabit bir yaşam sürmek neredeyse imkansız. Los Angeles'da evim vardı ama oradan da taşındım, zaten neredeyse iki yıl boyunca orada oturmama rağmen mobilya falan almamıştım.

Hayatında hiç Dean gibi bir fotoğrafçı ya da gazeteci ile dostluk kurdun mu?

RP: Bir fotoğrafçıyla değil.  Alacakaranlık ilk vizyona girdiği zamanlarda birkaç gazeteci ile iyi bir dostluğum vardı. Entertainment Weekly'den ilk röportajımı yapan gazeteci var mesela, çok iyi bir röportajdı ve onu gerçekten sevmiştim. Onunla dışarıda bir bara gitmiş ve sonra da sarhoş olmuştuk; şimdi asla yapmayacağım bir şey. Yeterince röportaj verdikten sonra gazeteciler sizi daha fazlası için zorlayıp ağzınızdan laf almaya çalışırlar ve bu hiç iyi sonuçlanmaz.

Barlara gidip rahatladığın günleri özledin mi?

RP: Bu aynı zamanda sizin toplumdaki imajınızla da alakalı bir durum. Çok fazla baskı hissettiğinizde toplumun farklı bir şeyleri çok da umursamadığını fark ediyorsunuz. Her şey onları çılgına çeviriyor. Bir şey söylediğinizda ya da bir şey yaptığınızda buna verilen tepki bambaşka boyutlara varabiliyor.

Hayatın bir pembe dizi gibi yansıtıldığında nasıl hissediyorsun?

RP: Oldukça garip. Özel hayatım hakkında itina ile konuşmaktan kaçınsam da pek bir şey fark etmiyor. Bir şeyler uydurup duruyorlar. Herhangi birinin yazdığı bir makalede anlatılan hikayenin kahramanıysanız elinizden hiçbir şey gelmiyor. Ellerinde fotoğrafınız yoksa bile eskilerden bir şeyler bulup kullanıyorlar. Geçtiğimiz yıl aklıma bir gerçeklik geldi; eğer beni fotoğraflayamazlarsa o zaman bununla ilgili bir makale de yazamazlar çünkü toplum fotoğrafsız bir bilgiye, makaleye ilgi duymayacaktır.

Dennis Stock kariyeri için özel hayatını kurban etti. Peki sen böyle bir şey yapar mıydın?

RP: Bilemiyorum ama bence Dennis Stock özel hayatını kurban etmiş gibi davranıyor. Onun yaşadığı asıl şey yeterince iyi bir sanatçı olmadığını düşünerek korkuya kapılmasından ibaret. Ve bunun için bir bahane yaratıyor. Senaryoda ilgimi ilk çeken şey çocuğunu istemeyen bir baba oluşuydu. Yani oldukça trajik bir karakter.

50'lere dönmek ister miydin? Yaşamak istediğin bir dönem mi?

RP: Pek 50'ler insanı değilim doğrusu. 60'larla sorunum olmazdı ama. 50'lerdeki insanlar gibi kendimi inkar etmek konusunda iyi değilim doğrusu. 50'ler baskı dönemiydi.

Yani sen de James Dean'in yaptığı gibi yapımcılarla tartışmaya girebilirdin?

RP: Evet ama muhtemelen şöyle bir şeyler söylerdim; "Bakın ben asi değilim, ama anlamıyorum, lütfen..."

O zaman zevk düşkünü 80'ler dönemi daha mı çok hoşuna giderdi?

RP: Hayır, hayır. O dönem de hiç bana göre değil. O hayat tarzı için fazla tembelim.

Hiç saklanmayı/kılık değiştirmeyi denedin mi?

RP: Son iki haftadır kendi kendime artık şapka takmadan sokağa çıkacağım ve saklanmayacağım diyorum çünkü sürekli bir şeylerden gizlenmek için giyindiğinizde bu sizi delirtiyor. Sizi psikolojik olarak etkiliyor. Son birkaç haftada bunu anladım ve bir çaresine bakacağım.

Yani paparazzilerle yüzleşmek daha mı iyi?

RP: Dürüst olmak gerekirse asıl sorun paparazziler değil. Yıllardır yaşadığım korku. İnsanlar sürekli size bakıyorlar ve sanki sizi yargılıyorlarmış gibi hissediyorsunuz ve muhtemelen de yargılıyorlar. İnsanların internette sizin hakkınızda söylediklerine bakmaktan vazgeçmelisiniz. Bu en kötü şeylerden biri.

Böyle bir şey yaptın mı?

RP: Herkes yapar. En kötü alışkanlıklardan biridir. Mesela aynı ortamda birileri sizin hakkınızda konuştuğunda muhtemelen onları duymaya çalışırsınız. Ve işin sonunda sadece ortamı terketmekle kalmaz aynı zamanda internete de göz atarsınız. Sanırım insan bunu yaparak kendine kim olduğunu hatırlatıyor çünkü aslında çok garip bir gerçekliği yaşıyorsunuz; tüm gün bir otel odasında takılıyor ve neredeyse bir keşişe dönüşüyorsunuz..

Yanında kimsen olmuyor mu? Arkadaşların ya da ailen?

RP: Evet, çoğu kişi yanında arkadaşlarını ve ailesini bulundurur ama benim ailemin de arkadaşlarımın da kendince işleri var. Ki işleri olmasa bile yanımda olmalarını istemezdim çünkü bu durum cidden arkadaşlığı öldürme potansiyeline sahip. Sanki arkadaşınıza dönüp 'Gel benim asistanım ol!' demek gibi olur.

Psikolojik olarak nasıl sağlam kalıyorsun peki?

RP: Sanırım çoktan kafayı yedim... (gülüyor)

Alacakaranlık'tan sonra kaç tane aynı tür film teklifi aldın ve senin için farklı rollerde oynamak ne derece önemli?

RP: Alacakaranlık'tan sonra sadece ilgimi çeken işlerde yer aldım. Son 8 yılda sadece 2-3 tane senaryoyu gerçekten çok beğendim ama nihayetinde o filmlerdeki rolleri alamadım. Fakat bu demek değil ki belirli bir rotaya yöneliyorum. Kısmet buymuş!

Son birkaç yılda öğrendiğin en önemli hayat dersi?

RP: Biri bana geriye dönüp kendime bir tavsiye verseydin ne olurdu diye sordu. Bilemiyorum. Eğer kendinize 'bu-şu konuda sakın endişelenme' derseniz bile insan illa ki bir şeyler hakkında endişenecektir. Çünkü o korkuya ihtiyacımız var. Kendini hiçbir şeyden korkmadığına inandıran birin olmaktansa korkularıyla yüzleşen biri olmayı tercih ederim. Kaldırabileceğim türde güçlüklerle mücadele etmek hoşuma gider.

Neyden korkuyorsun?

RP: Her şeysen (gülüyor). Sokakta yürümekten bile.

Türkçe çeviri: elwiens
Yunanca'dan İngilizce'ye çeviri: In the footsteps of Robert Pattinson
RPLife

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder