11 Ağustos 2014 Pazartesi

The Vent Röportajı (Temmuz 2014)

Robert Pattinson'ın dediğine göre Güney Avustralya'nın ücra yerlerinde tüm ekiple birlikte kaldıkları yerel bir barda The Rover'ı çekmek mükemmelmiş. Filmin yapımcıları tüm işleri paylaşarak gittikçe artan sıcakta bu filmi çekme cesareti gösterip, geceleri de bir iki duble bir şeyler içmişler. Pattinson bunun daha farklı olmasını istemezmiş çünkü söylediğine göre de bu durum, yönetmen ve tüm ekibin arasında kırılmaz bir bağ oluşturmuş.

"Harikaydı," diyor Pattinson. "Çünkü tüm ekip aynı yerde kalıyorduk ve yapacak hiçbir şeyimiz de yoktu, bir barda yaşıyorduk. Çekimler için başka bir yerden, tüm ekibin yerlisi olduğu bir şehre geldiğinizde çekimlerden sonra da herkes evlerine dağılır siz de tek başınıza otelin içine tıkılıp kalırsınız ki bu da sinir bozucu bir durum."

"Yeni tanıştığınız bir grup insanla takıldığınız zaman, çok çabuk yakınlaşabiliyorsunuz, özellikle yapacak hiçbir şeyiniz olmadığı zaman. Gerçekten eğlenceli oluyor. Böyle bir şeyi uzun süredir yaşamamıştım. Bu filmi çekerken aynı zamanda inanılmaz bir deneyim de yaşamış oldum."

Nasıl gidiyor?

Her gece, sabahları röportajım olduğunu unutup sabahlıyorum (gülüyor). Berbat bir şey!

Avustralya'da çekimler nasıldı?

Benim açımdan eğlenceliydi. Rahatlatıcı diyebilirim aslında. Orada çekim yapmayı sevdim. Ne etrafta insan ne de üzerinizde baskı vardı.

İnsanlardan uzak olmak rahat mıydı?

Evet, verimlilik açısından. Çekimden önce karakterime bürünmeyi falan severim fakat etrafta sizin komik pozlarınızı çeken bir grup insan olunca, sürekli kafanız orada oluyor ve odaklanamıyorsunuz. Fakat Avustralya'da istediğimi yapıyordum. İnsanlar bakıp da bu garip adam niye tuhaf şeyler yapıyor diye düşünebilir (gülüyor) ama yine de rahatlatıcıydı.

Pek de çekici olmayan bir karakteri oynamak keyifli miydi?

Evet, en azından üzerinizde baskı olmuyor. Birisi gelip de 'Hadi, güzel görünmen gerek!' diyince bir an kendinizi salak gibi hissediyorsunuz, sonuçta bir erkeksiniz ve bu tarz şeylerin fazla bir şey ifade etmediğini düşünüyorsunuz - tek yaptığınız poz vermek. Kibri bir kenara bırakma şansı bulduğunuz anda rahatlıyorsunuz.

The Rover'ın temasını nasıl tanımlarsın?

Bence bu film, hayatta kalanların hikayesi. Sıradışı şartlarda yaşayan normal insanlar. Fazla umut barındırmayan bir dünyada nasıl yaşanacağını anlamaya çalışıyorlar. Yarın yapacak bir şeyiniz yoksa, bugün yapacak neyiniz olur ki? Filmde üyesi olduğum çete, para çaldıkları halde bu parayı harcayabilecekleri bir yer bile yok (gülüyor). Eric 'Para değersiz bir kağıt parçası' diyor. Her şey anlamsız olduğu halde insanlar neden yaşamayı sürdürmek ister, bunu anlamak zor.

Şu an kariyerinde bulunduğun konumdan memnun musun?

Kesinlikle. İki filmimin de Cannes'a gitmesinden çok memnunum, istediğim şey tamda buydu. İki filmden de oldukça memnunum. Güzel olan taraf şu ki - yıllardır çalışmak istediğim kişilerle sonunda çalışma fırsatı yakaladım, hem de çok güzel projelerle.

Life filmi nasıl gidiyor?

Ne zaman biteceğini bilmiyorum. Sadece bir tane fragman izledim, onun dışında bir şey görmedim. Canlandırması keyifli bir roldü, Anton Corbijn gerçekten havalı biri. Konusuna gelince; James Dean'in Times Meyda'nındea çekilmiş ünlü fotoğrafları ve James Dean ile fotoğrafçısının arasındaki ilişki hakkında. Filmde Joel Edgerton da rol alıyor, benim için biraz tuhaf çünkü The Rover'ın senaristlerinden biriydi. Ayrıca Ben Kingsley de kadroda. Oldukça iyi. Usta bir fotoğrafçı olan Anton Corbijn ile aynı filmde yer almak oldukça ilginç. Eski bir Leica kamerasıyla bana nasıl fotoğraf çekileceğini az buçuk öğretti. Çok da iyi fotoğraflar çekemedim. Harika olmalarını bekliyordum oysaki. Hepsini filmin çekimleri bittikten sonra tab ettirdim, 25 rulo falan fotoğraf çıktı. 4 tanesi objektifi çıkarmayı akıl edemediğim için bomboş kalmış. 4 fotoğraf. Yapması eğlenceli bir işti.

İnsanlar seni yeni James Dean olarak görüyorlar. Şu anda James Dean ile alakalı bir filmde yer alıyorsun fakat onu canlandıran sen değilsin. O rolle ilgilenmiyor musun?

Hayır, pek sayılmaz. Dane DeHaan bu rolde kendine oldukça güveniyor. En zor rollerden biri bence. İkonik birini oynamayı dene bakalım. Dane film için peruk, sahte kulak memesi ve kontakt lensler kullanıyor. Ayrıca James Dean'in kendine özgü üslubu o kadar bilindik ki bunu da iyi canlandırmanız gerekiyor ve diğer tüm detayları da tabii. Bu Harry Potter'ı canlandırmak gibi - herkesin beklentileri oluyor - oysa ben sadece izleyiciyim.

Seyahat etmeyi sever misin?

Her zaman sevmişimdir: 3 ay boyunca sadece geziyorsunuz, hiçbir sorumluluğunuz olmuyor. Bir ara bir ev almıştım sonrasında hemen sattım. Zaten hiç orada kalamıyorum ki, anca bana güçlük çıkarıyor. Çocuk yetiştirme gibi sorumluluklarınız olmadığı sürece bu tarz şeyleri deneyimlemek güzel. 10 yıldır iş dışında hiçbir yere seyahat etmediğimi fark ettim - ne tatil ne bir şey. Hiç ihtiyacınız kalmıyor zaten. Bir iş biter bitmez, hemen öteki gelsin diye bekliyorum. Ki zaten Los Angeles'ta yaşadığım için kendimi her an tatildeymişim gibi hissediyorum (gülüyor).

Boş zamanın olduğunda neler yapıyorsun?

Bir işim olmadığı zamanlar, başka bir iş kapmaya uğraşıyorum (güllüyor). Bir zaman sonra fark ediyorsunuz ki bunun için kısıtlı zamanınız var, ayrıca benim daha yapmak istediğim birçok farklı şey var. Zaten çalışmayı hayatta yaptığım diğer şeylerden daha çok seviyorum. İşim benim hobim gibi.

Hala şarkılar yazıyor musun? Gidişatın nasıl?

Evet. Geçenlerde yeniden yazmaya başladım. Yazdıklarım genelde kulağa hoş geliyor. Basmakalıp şeyler yazmayı sevmiyorum. Söz ve müziği ayrı ayrı yazmıyorum, bu biraz içgüdüsel bir şey.

Herhangi bir albüm yayınlamak gibi bir niyetin var mı?

Benim açımdan sorun olmazdı fakat eleştiriler konusunda biraz hassasım ve şu an hayatımda fazlasıyla eleştiri var (gülüyor). Bu yüzden kimsenin müziğim hakkında görüşünü duymak istemiyorum.

The Rover'da Guy'la çalışmaktan keyif aldın mı?

Evet harikaydı. Çünkü tüm ekip aynı yerde kalıyorduk ve yapacak hiçbir şeyimiz de yoktu, bir barda yaşıyorduk. Çekimler için başka bir yerden, tüm ekibin yerlisi olduğu bir şehre geldiğinizde çekimlerden sonra da herkes evlerine dağılır siz de tek başınıza otelin içine tıkılıp kalırsınız ki bu da sinir bozucu bir durum. Yeni tanıştığınız bir grup insanla takıldığınız zaman, çok çabuk yakınlaşabiliyorsunuz, özellikle yapacak hiçbir şeyiniz olmadığı zaman. Gerçekten eğlenceli oluyor. Böyle bir şeyi uzun süredir yaşamamıştım. Bu filmi çekerken aynı zamanda inanılmaz bir deneyim de yaşamış oldum.

Oyunculuğa gençken başlamış bazı aktörler çeşitli şekillerde gittikleri yoldan sapıyorlar. Bu durumu anlayabiliyor musun?

Ben bu endüstride hiçbir zaman o kadar genç olmadım. İlk rolümü 16 yaşımda almıştım. Çoğu kişi 3 yaşında falan alıyor. Ayrıca rolü aldıktan sonra 4 - 5 yıl boyunca bir aktör olmak istediğimi fark etmedim, fazla da ciddiye almadım. Rolleri aldığım zaman aktör olmak istediğimi düşünüyordum ama ayrıca üniversiteye falan gitmek de aklımdaydı. Çok aşamalı bir süreçti.

Ne zaman tam olarak istemeye başladın?

Muhtemelen Harry Potter'dan sonra çünkü o sıralar üniversite ve iş arasında bir seçim yapmam gerekiyordu, ben işi seçtim fakat ondan sonrasında 1 yıl boyunca hiç teklif almadım (gülüyor).

Peki üniversiteye gitseydin ne okurdun?

Siyaset falan okurdum herhalde. Gerçi hala da siyasetle ilgilenmek istiyorum, diğer tüm aktörlerin yaptığı gibi. Ama Amerikan siyasetiyle ilgilenirim, İngiliz siyaseti pek ilgimi çekmiyor (gülüyor).

Yani hala aklında böyle bir şeye atılmak var mı?

Muhtemelen şu sıralar olmaz. İstediğim şey siyasetçi olmak değil. Teknik anlamda ilgileniyorum. Mesela konuşma yazmayı seviyorum. Tuhaf şekilde apolitik sayılırım. Sadece politika oyununu seviyorum.

The Rover'ın da siyasi bir yönü var diyebilir miyiz? Ekonomik çöküşün sonrasını konu ediyor...

Evet, kesinlikle verilmek istenen bir mesaj var. Çekimlerde bile o mesajın tuhaf ve net varlığını hissettik. Bazı sahnelere bakarsanız, kazıp durdukları madenler vardı fakat aslında orada gerçekleşen tek şey arazinin harap edilişiydi. Durup oraya şöyle bir baktığınızda artık yaban hayatın kalmadığını görüyorsunuz - bundan böyle yüzyıllar boyunca orada hiçbir şey yetiştirilemeyeceğini de. Ve mahvedilen tek şey o arazi değil, çevresindeki şeyler de mahvediliyor, her ne kadar öyle görünmese de. 'Ne için yani? Biz rahatça oturup video oyunları oynayalım diye mi?' şeklinde bir düşünceye kapılıyorsunuz.

Dedikodu dergilerinde bu kadar sık yer almakla nasıl başa çıkıyorsun?

Okumuyorum, o kadar. Tüm bu dedikodu dergilerinden, medyadan kurtulmak için elimden geleni yapıyorum, yavaş da olsa. Nasıl yapacağımı bilmiyorum ama gerçekten elimden geleni yapıyorum.

Maps to the Stars da Cannes'da iyi iş çıkarıyor. Cosmopolis'ten sonra rahatladın herhalde?

Bence Cosmopolis gereğinden az ilgi gördü, bana kalırsa harika bir film (gülüyor). Ben bayılmıştım. David Cronenberg'le her türlü filmde çalışırım. Cosmopolis'in vizyona girdiği zamanı hatırlıyorum da, beğenmediğini söyleyenlerin aptal olduğunu düşündüğüm ilk filmdi (gülüyor). Gerçekten böyle hissettim.

Dövme yaptırmışsın. Film için miydi?

Julien Dillens isimli sanatçının heykeli diyebilirim. Karaktere gerçekten yakışacağını düşündüm.

Blogumuz adına çeviriyi yapan: Nur Güven
Kaynak linki belirtilmediği sürece blogumuzdan çeviri alınması kesinlikle yasaktır.
Kaynak | RPLife

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder