27 yaşındaki İngiliz aktör Robert Pattinson, Paris'in üç büyükler ligine transfer oldu: O artık bir Dior Homme erkeği. Reklam filminde birlikte rol aldığı model Camille Rowe'la sıcak teması, bu kez boyundan değil, dudaktan.
Artık Dior Homme'u temsil ediyorsunuz. Bu işbirliğinde sizi çeken ne oldu?
Dior benimle iletişime geçtiğinde başta şok oldum çünkü markanın yalnızca adı bile neredeyse mitolojik. Dior'un temsil ettiği değerleri seviyorum, doğrusu bana olan yaklaşımları da kendimi iyi hissettirdi. Teklifin zamanlaması da çok yerindeydi çünkü Alacakaranlık serisinin sonuna yaklaşıyordum. Bu projenin ilgimi en çok çeken yanı, yüksek getirili ticari bir ilişkinin ötesinde sanatsal açıdan da işbirliği yapmak istemeleri oldu. Başta projeyi tam anlamıyla bir oyunculuk olarak görmediğimden, benim için çok cazip bir yanı yoktu.
Sizce Dior Homme kullanan genç adam kim?
Muhteşem kokan bir adam!
Fena başlangıç olmadı, devam edelim...
Klasik bir parfümü yeniden canlandırma fikri çok ilgimi çekti. Çünkü markanın klasikleşmiş tavrında insanları çeken bir şeyler var. Bu yüzden Romain Gavras'la birlikte oldukça sofistike ama biraz da vahşi bir karakter hayal ettik. Canı ne isterse onu yapan, gözü pek, özgür ruhlu biri. Moda trendlerinin etkisinde kalmadan kendi yolunu çizen bu adamda kesinlikle bitmek tükenmek bilmeyen bir enerji var.
Alacakaranlık serisi size ün kazandırdı, Cosmopolis hal arasındaki imajınızı değiştirdi. Dior ise kariyeriniz için başka bir dönemeç. Başarının tadı tam olarak nasıl?
En azından birkaç yıl için para konusunda sıkıntı yapmama ya da sadece para için çalışmama gerek yok. Çektiğim filmlerle büyük bir saygınlık kazandım. Bu yüzden, hiç kimsenin denemediği ilginç seçimler yapabilmek için tüm zaman ve enerjimi kullanmaya çalışıyorum. "Çalışıyorum" dedim ama bu çok tuaf bir durum: Henüz o kadar da başarılı olduğumu düşünmüyorum da. Dior'da ise şu anki ruh halime oldukça yakın bir şeyler var. Neredeyse saldırgan diye tanımlayabileceğim bir bağımsızlık. Şu an hayatımın her alanında yapmaya çalıştığım şey.
Nasıl bir bağımlısızlıktan bahsediyorsunuz?
Sanatsal bir özgürlük istiyorum ben. Bunun işe yarayıp yarmayacağını bilmiyorum ama yine de son iki filmimde olduğu gibi kendime meydan okuyorum. Avustralya'da, hiçliğin ortasında, The Rover filmini çekmek bir başka özgürleşme deneyimiydi. Oynadığım karakterin dişleri yoktu, kir ve çamur içerisindeydi ama bu konulara takılmadım. Yarı çıplak dolaştım ve ancak kimse beni izlemiyorken yapabileceğim şeyler yaptım. Bir şekilde profesyonel hayatınızda da aynı roller verilmeye başlanıyor ve insanların tanımladığı tek bir karaktere sıkışıp kalıyorsunuz. Bu yüzden, farklı bir şekilde de olsa, insanların benimle ilgili algılarını manipüle etmeyi deniyorum.
Yaşadığınız şehir Londra, kampanyanın çekildiği yer New York ve Dior'un evi Paris'te. Bu şehirlerin kendine özgü birer kokusu var mı sizce?
Arkadaşlarım ve ailem dışında, en çok Londra'da yağmurun kokusunu özlüyorum. Hem Heathrow hem de Gatwick havaalanlarının etrafında yeşil alanlar var, uçaktan iner inmez ıslak çimlerin kokusu burnunuza gelir. Ve ben ne zaman Londra'ya insem yağmur yağar! Ner York ise tamamıyle farklı. Bence bu şehir yemek kokuyor, çünkü sokakta her yerde yemek var. Garip ama Fransız kültürünün önemli bir kısmını oluşturmasına rağmen, Fransa'yı hiçbir zaman yemekle ilişkilendirmedim. Bana her zaman daha görsel bir şehir gibi geliyor. Hatta Paris, bir his gibi!
Kampanyada birlikte çalıştığınız Nan Goldin, provokatif bir fotoğraf sanatçısı. Onunla çalışmak nasıldı, size talimatlar verdi mi?
Oldukça neşeli biri! Çekim yapılacak yerler arasında telaşla mekik dokurken, o "teleşa gerek yok" duruşunu hiç bozmazdı. Nan, kesinlikle kendi kurallarıyla yaşıyor ama yönetici bir tavrı olduğunu söyleyemem. Çatının üzerinde çekim yaparken hava çok rüzgarlıydı. Onu üç kişinin tutması gerekti ama hiçbir şey cesaretini kırmadı. Oldukça tehlikeli işler yaptık. Ama çok da eğlendik! Nan, bugüne kadar gördüğüm tek özgür ruhlu insan.
Peki ya reklam filmi çeken Romain Gavras? Üstelik Gavras'ı siz önermişsiniz. Aradığınız şey neydi?
Yıllardır onunla birlikte çalışmak istiyordum ve aslında neredeyse bir yıldır da ona ulaşmaya çalışıyorum. Gavras ise "Seninle konuşmayacağım" der gibiydi. Ta ki kendisine Dior'un reklam filmini yönetmesini istediğimi söyleyene kadar. İşte ancak o zaman tanışabildik! Vincent Cassel ile birlikte çektiği Our Day Will Come filminin fragmanını izlediğimden beri, çalışmaları bende bir çeşit takıntıya dönüştü. Daha önce gördüklerimden tamamıyla çok farklı bir görsel dile sahip.
İlham verici bulduğunuz diğer yönetmenler kimler?
Sonsuza dek öyle kalacak: Chris Cunningham. Jacques Audiard da ömrüm boyunca birlikte çalışmak istediğim diğer bir yönetmen. Benim yaşımdaki genç aktörler için kesinlikle en iyisi. Çok anlayışlı. Romain Duris'in The Beat that My Heart Skipped'deki performansını gördüğümde, garip bir şekilde kendi erkeksilik algıma çok yakın olduğunu düşündüm. Romain Duris'in karakeri mücadeleci ama yine de duygularını her yere yansıtmaktan geri durmuyor. Hassas olmanın, zayıf olmak anlamına gelediğini düşünüyor. Sadece dinlemeyi öğreniyor. Bu film mükemmel bir rüştünü ispatlama hikayesi.
Çekimlerden aklınızda kalan en canlı hatıra nedir?
İlk çektiğimiz sahnede plajda tek başıma araba kullanıyordum. Aslında her şeyi başlatan Romain oldu! Küçük bir BMW içerisinde plaj boyunca ilerliyorduk. Yavaşladığınızda araba kumların içerisine batıyordu bu yüzden biz de arabada kamerayla birlikte 80 kilometre hızla gidiyorduk. Arabada benim sorumluluğumda olan üç modelle sekiz çizmeye başladık. Sonunda arabayla denize girdik! Arabanın tamponu tamamıyla döküldü. Çılgın bir andı.
Camille Rowe'la aranızdaki kimya dikkat çekici. Daha önce birbirinizi tanıyor muydunuz, prova yaptınız mı?
Prova yapamadık ama Our Day Will Come filminde küçük bir rolü vardı, bu yüzden Romain onun role mükemmel uyacağını biliyordu. Haklıydı da. Filmde, Camille'nin eğlenceli ve özgür ruhu benim rolümü yumuşattı. Kendini akışa bıraktı.
Film epey seksi...
Camille'nin payı büyük. Birilerinin vücut dilinden gerçekten anladığını filmlerde çok nadir görüyorsunuz. Camille, filme zarafet ve özel bir şeyler kattı. Çoğu zaman, parfüm reklamları bir çeşit "dokunmama" hissi içeriyor, nedenini bilmiyorum ama izleyiciyle arasında bir mesafe var. Ama Romain'le yapılan çalışmalar içgüdüsel. Aksi, müstehcen ve terletici. Bize doğal, seksi bir şeyler yapın ve eğlenin dedi. Biz de yaptık.
Röportajı yazıya döken arkadaşımız @corneredwildcat'e çok teşekkürler :3
Taramalar
Benim için zevkti. :')
YanıtlaSil