19. yüzyıl sonları, Paris. Bir yanda diz boyu yoksulluk hüküm
sürerken, bir yanda toplumun üst sınıfları 'Belle Epogue'un tadını çıkarıyor.
Avrupa emperyalizminin yayıldığı,
Afrika'yı sömürgeleştirmek için ülkeler arası rekabetin büyüdüğü dönemler
aynı zamanda. Fransa, Cezayir'den sonra Kuzey Afrika'ya hâkim olabilmek için
Fas'a göz dikiyor. Tüm bu kirli politikanın üzerinden para kazanan, siyasi
ortamı manipüle edebilen medya patronlarıyla politikacıların ilişkileri
"Aşkım Benim"in işlediği yan temalardan biri. Demek ki dünya düzeni
epeydir değişmiyor.
Kahramanımız Georges Duroy, kelimenin gerçek anlamıyla meteliğe kurşun
atan eski bir asker. Paris'te tutunmaya çalışıyor. Hırslı ve gözü yüksekte,
üstelik artık kaybedecek hiçbir şeyi yok. Bazen insanların şansı en ihtiyaçları
olduğunda dönüverir. Cebindeki son parayla bira içerken Georges'un da kaderi
değişiyor. Kuzey Afrika'daki askerliği sırasında tanıdığı Forestier (Philip
Glenister), ona çalıştığı gazetede iş veriyor. Basit bir köylü ailesinin çocuğu
olan Georges'un makale yazma gibi bir deneyimi olmadığı için, Forestier'in eşi
Madeleine (Uma Thurman) onun adına yazıyor. Üstelik Georges'un Paris'te
tutunabilmesini sağlayacak altın öğütleri de veriyor: Sınıf atlayabilmek için
iktidar sahibi erkeklerin eşleriyle iyi geçinebilmesinin her şeyi
değiştirebileceği gibi.
Bu değerli tüyolar Georges'a rehber oluyor. Zaten yakışıklı ve
kadınların yüreğini hoplatan ettiren, bir bakışıyla peşinden sürükleyebilecek
bir 'charming'e de sahip olan genç adam ilk olarak Clotilde de Marelle
(Christina Ricci) ile aşk yaşamaya başlıyor. Sonra Forestier ölünce eşi
Madeleine ile evleniyor. Ardından çalıştığı gazetenin sahibi Rousette'nin (Colm
Meaney) karısı Virginie'yi (Kristin Scott Thomas) tamamen intikam duygularıyla
dolu olarak baştan çıkarıyor.
Georges eski hayatına geri dönmemek için gerçekten de gözü kara
davranıyor. Aslında ait olmadığı ve asla olamayacağı elitlerin dünyasını terk
etmeye niyeti yok. Döneminin en akıllı ve entelektüel kadınların biriyle evli
olması egosunu ezse de dipsiz cehaletinin verdiği cesaret ve kurnazlıkla yerini
sağlamlaştırıyor. Georges, hikâyesini mutlu sona bağlamakta geç kalmıyor:
Virginie'nin kızıyla evlenip milyonluk bir mirası garantiliyor. Kendisi de evli
olan Clotilde'in onu her koşulda sevip bekleyeceğini de biliyor.
Guy de Maupassant'ın romanından uyarlanan "Aşkım Benim"in
ilk yarısında olaylar çok hızlı akıyor. Bu da filmi yüzeyselleştiriyor, adeta
okul müsameresi basitliğine indiriyor. Ama ikinci yarıda bu durum değişiyor.
Bunun sebebi iki yönetmenin farklı tarzları olabilir belki.
Oyunculuklara gelince... Filmin parlayan yıldızları açık farkla
Kristin Scott Thomas ve Christina Ricci kesinlikle. Özellikle Kristin Scott
Thomas'ın Georges'u içten içe beğenişi, baştan çıkmamak için ettiği mücadele
(üstelik kilisedeyken!) ve aşka kendini bırakmasıyla geçirdiği değişimi
aktarmadaki usta oyunculuğunu kaçırmamak gerek. Christina Ricci ise Georges'u
olduğu gibi, koşulsuzca seven tek aşığı Clotilde rolünde Thomas ile yarışıyor adeta.
Uma Thurman ise özellikle filmin en başlarında ikna edici bir Madeleine
olamıyor. Oysa belli ki Maupassant, döneminin çok ilerisi bir kadın karakteri
ortaya çıkarmış. Filmin en çarpıcı karakterlerinin başında Madeleine geliyor.
Ama Thurman bunun farkında değilmiş gibi canlandırıyor rolünü. Robert Pattinson
ise "Alacakaranlık" (Twilight) serisinin buzdan ifadeli vampiri
Edward Cullen rolünden çıkamadığı hissediliyor.
Maupassant'ın eserinin daha önce de
sinema uyarlamaları olmuş. Bu son uyarlamanın romanın malzemesini hakkıyla
perdeye yansıtmadığı bir gerçek. Belki başka bir senaryo, başka bir yönetmen ve
oyuncu kadrosuyla çok daha parlak ve çarpıcı bir uyarlama izleme şansımız
olabilirdi.
Dergiden resimler;
Arka Pencere
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder