Karakterle bütünleştikçe fikirlerim
değişti. Georges sürekli kainat tarafından yenilgiye uğratılıyor ama dönüp
bundan asla ders çıkarmıyor. Onun başarısı karakterinin kötülüğünden geliyor.
Kimse berbat kişilikli birinin başarısını görmek istemez. İşte rolü tercih etme
nedenim bu.
Donellan ve Ormerod'un tiyatrodan alışkın
oldukları beş haftalık provalar hakkında
Yapacak bir şey kalmadığında mimikler ve
saçma sapan doğaçlamalar yapıyordum. Bir gün Holliday'le (Grainger) birbirimize
saatlerce bağırarak prova yaptık.
Duroy'un inançsızlığı ve
"Yaşadığımız hayattan başka hayat yok," sözü üzerine
Kitap değerlere hakaret eder bir şekilde
yazılmış. Tanrı'yı sadece İsa'nın babası olarak düşünmek oldukça komik. Ama
filmde çok fazla acı var, o yüzden tahmin ettiğim kadar komik olmayacak.
(Pattinson, sona doğru Georges'un mihraba
dönüp serveti için Tanrı'ya şükrettiği kısmın da çekilmiş olmasını diliyor.)
Alacakaranlık hayranlarının Georges
hakkında ne düşünecekleri üzerine
Bunu bende merak ediyorum. Georges'u
istediğim gibi kötü biri olarak ortaya çıkaramadım, yani onları çok da
gücendireceğimi sanmıyorum.
Alacakaranlık hayranlarının film izleyisi
olarak görülmemesi ama aslında tam tersine öyle olmadıkları ve ona sürekli kitap önerilerinde
bulunmaları üzerine
Belki kitapları da film izler gibi
okuyorlardır. 'Adam gömleğini çıkarır...' *çığlık atmak ister gibi ağzını
açıyor*
İlk başlarda Alacakaranlık'ın büyük ses
getiren bir seri değil de ciddi, bağımsız, kendi halinde bir film olacağını
düşünmesi hakkında
Kimse benim gerçekten de böyle
düşündüğüme inanmıyor. Ama gerçekten de böylesi büyük bir yapım olabileceğini
hiç hayal etmemiştim.
Seri filmlerin zorluğu hakkında
En önemli nokta karakterin asla
değişmemesi. Bu yüzden bir süre sonra onu nasıl oynayacağın hakkında fikirlerin
tükeniyor. Mesela son filmde Bella ile Edward'ın ilk defa tartıştıkları bir
sahne vardı ve ben o sahnede nasıl oynayacağımı bilememiştim çünkü sonuçta bu
tartışma onların ayrılığına sebep olmuyor.
Arka fonda çalan berbat pop şarkısını
duyunca
Bu şarkı Alacakaranlık soundtrackinden.
Cosmopolis senaryosu hakkında
Şimdiye kadar okuduğum en garip şeydi.
(Son zamanlarda üç farklı proje üzerinde
çalışıyor ve bunların hiç birinden söz etmiyor. Yeni saç kesimi de bu
projelerden birinin denemeleri içinmiş.)
Bir sonraki adımının ne olacağından emin
olamaması üzerine
Kimse 'Bana Pattinson'ı getirin' demiyor.
Bana göre en iyi senaryo, yazarın aklındaki kişi üzerine yazılandır ama ben
hala sinema dünyası içerisinde bir yer edinebilmiş değilim. Henüz belirli bir
izleyici kitlesine sahip olacak kadar iş yapmadım. Hala durup da 'Bakalım
Alacakaranlık'taki oğlan bu defa ne yapmaya çalışmış' diyenler var. Benim
hakkımda ne düşündüklerinin farkındayım ki beni çılgın şeyler yapmaya yönelten
şey de bu.
Kendi için çizdiği sınırlar hakkında
Bir denizci rolünü geri çevirdim çünkü
denizcilerin bana yüz karası muamelesi yapmasını istemedim. *boş boş gülüyor*
Elimde silah olabilecek ve etrafta koşturabileceğim bir şeyler yapmak
istiyorum.
Kristen'la beraber aynı evde yaşadıkları
sorusuna
Hımm... sanırım en iyisi bu konular
hakkında konuşmamak.
George Clooney'in Los Angeles'ta cadde
kenarında olan ve içinde rahat rahat yaşadığı evini gördükten sonraki duyguları
hakkında
Bu bana dünyanın en ünlü insanı bile
olsan hala bir ev sahibi olup içinde rahat rahat yaşayabilecek olma ihtimalini
hatırlattı. Saklanmak için her şeyi yapıyorum çünkü insanlar bulunduğum yeri
öğrendikleri an dışarıda 24 saat kamp yapıyorlar. Ve bu sizi çıldırtıyor, çünkü
kaçacak yeriniz yok. Bu sizin dışarı çıkma, birisiyle buluşma, konuşma
isteğinizi köreltiyor ve sonunda korkunç derecede sıkıcı bir insan oluyorsunuz.
Yaşadığı bu buhranı Sean Penn gibi
kendini kaybederek yansıtmayışı ve bunu ailesiyle paylaşarak dışarıya vurması
üzerine.
Ailem benim deli olduğumu düşünüyor.
Sadece onlara dökülebiliyor ve 'Kendimi öldüreceğim!' diyorum. Hepsi benim
işimden nefret ettiğimi sanıyor ama bu sadece yaşadığım sıkıntının dışa vurumu.
çeviri: elwiens
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder