22 Ağustos 2013 Perşembe

El Pais (İspanya) Dergisi Röportajı [Ağustos 2013]

Seyirciyi cepte bilip asla o şekilde hareket etmeyişi üzerine: "Bir seyirciyi seyirci olarak görme yeteneğim yok benim. Benim gözümde hepsi özgün birer kişi ve kafamda onların her biriyle diyalog kuruyorum. Bu imkansız bir durum."

Popüler oğlan tabirini bir kenara koyup kendine sağlam bir kariyer oluşturma hedefi hakkında: "Eğer her yıl Cannes'a gitme şansım olsaydı o filmden alacağım para umurumda bile olmazdı. Bütün filmlerimin o festivale gitmesini çok isterim."

'Cosmopolis'in diğer filmlerinden farklı oluşu üzerine: "Daha önce yaptığım hiç bir işe benzemiyordu ve ben de bunu çok sevdim."

Cronenberg'le tekrar bir araya geldikleri 'Maps to the Stars' hakkında: "Cosmopolis'ten daha etkin bir film ama bir Şiddetin Tarihçe'si (A History of Violence) olamaz tabii ki. Karanlık bir senaryoya sahip. Ben içinde komedi de olduğunu görebiliyorum ama bunu fark etmek için biraz sıradışı bir espri anlayışınız olmalı çünkü bir komedi değil. "

Sıradaki projelerinde biri de Werner Herzog yöneteceği 'Queen of the Desert'. Yazar/yönetmenlerin filmleri özellikle mi ilgini çekiyor?

Dahi insanlarla çalışmak istiyorum. 17 yaşındayken hazırladığım favori filmler listemi yeniden düzenliyorum. Werner'la ilk tanıştığımızda biraz sohbet etmiştik iki hafta sonra bana Arabistan'lı Lawrence rolünü teklif etti. Bu yıl sonunda çekimlere başlamayı planlıyoruz.

2013'te hiç yeni filmin olmadı. Fakat rol yağmuru devam ediyor. Bir modern western hikayesi olan 'The Rover'ın çekimleri için Avustralya'nın tozlu kasabalarında kan ter içinde sineklerle boğuştun. Bu çok da çekici olmasa gerek.

Çekimleri çölde yaptık. Karakterim dişini kırıyor, yaralanıyor ve çamura bulanıyordu. Sette kimse seksi görünme çabası içerisinde değildi yani Alacakaranlık'ın tam tersiydi. Daha önce filmlerde üstsüz olmaktan çok utanırdım ama bu filmde neredeyse hiç giyinik değildim.

Bu da bir adım sayılır...

Evet! Bundan sonra artık hep üstsüz dolaşacağım!

Saçlarını kestirdiğin için hayranların üzgün olmalı.

Saçlarım kendime özgü bir şeydi ama bu durum tamamen tembellikten kaynaklanıyordu. Berbere gitmiyorum çünkü saç tıraşına para vermek istemiyorum. Film çekeceğim zaman zaten icabına bakıyorlar. 

Yani kendine bakım yapmıyor musun?

Daha fazla yapmam lazım. Mesela dün oturup kırışıklıklar ve beyazlayan saçlar üzerine düşündüm.

Kendisi bunu saklamıyor, Pattinson daha az yakışıklı görünmek için adeta çaba harcıyor. Bu açıdan biraz Brad Pitt'e benziyor.  Dior Homme'un fotoğrafçısı Nan Goldin için de bu mükemmel bir malzeme. Hayatın karanlık yanlarını ölümsüzleştirmekle ünlü fotoğrafçı onun asimetrik duruşunu ön plana çıkararak olduğundan yaşlı görünmesini sağlıyor.
Dün basın konferansında artık daha olgun hissettiğini itiraf ettin. Ne anlamda bir olgunluk bu?

Bu his 8 ay kadar önce 27 yaşıma girdiğimi hissettiğim zaman başladı. Yıllardır kendime göre olgunca kararlar veriyordum. Bunun için aileme de danışabilirdim ama onların da bana söyleyecek bir şeyi olmazdı. Neyse ki artık bu konuda çok daha rahatım.

Edward Cullen'ı 5 yıl boyunca canladırdın, yani insanların ilgisini çekmen için fazlasıyla yeterli bir süre. Vampirliğe ve Efsane'nin sana sağladığı istikrara veda etmek zor oldu mu?

Ama ben bir tane daha Alacakaranlık filmi çekemezdim. Her seferinde o karaktere tekrardan bürünmek gittikçe daha zor bir hal alıyordu, sürekli kendimi tekrarlıyormuşum gibi hissediyordum.

Ön yargılarla nasıl başa çıkıyorsun? Gençlik filmlerinde rol almak sürekli aynı tarz rol teklifleri ve daha az zeki görünmek demek.

Büyük bütçeli seri filmlerden sonra kendine bir kariyer çizen aktörler zeki adamlardır. Alacakaranlık gibi filmler ise sadece sürekli çalışmak değil aynı zamanda da aklınızı kaçırmaya engel olmanız anlamına da gelir. Edward genç biriydi ve liseye gidiyordu. İnsanlar benim de bir liseli olduğumu sanıyordu oysaki projeye başladığımızda ben 21 yaşındaydım.

Özel hayatın hakkında konuşmaktan hoşlanmıyorsun ama sen bir gençlik idolü ve bir dünya markasısın. Bu şöhretle nasıl baş ediyorsun?

Hayat seçimler üzerine kuruludur. Bu işi ben kendim seçtim ama aynı zamanda özel hayatımı profesyonel hayatıma karıştırmamak da benim kararım. Bu seçim benim bazı konuları takıntı haline getirmemi engelledi. Medya için var olmadığım biri gibi davranmıyorum ya da insanlar gerçekten beni tanısın diye uğraşmıyorum. Eğer bunları yaparsam kafayı yerim.

Losyon benzeri şeyler kullanmıyorsun. Fakat alışveriş yapmak ve stil yaratmaktan hoşlanıyorsun, en azından Alacakaranlık'ta Edward'ı sen yarattın.

Alacakaranlık çekimleri Kanada'da yapılıyordu ve çekimlere daha iki hafta vardı. Zaman geçirmem gerekiyordu bu yüzden alışverişe gittim ama hiç param yoktu. Böyle olunca ben de hoşlandığım kıyafetleri giyip resmimi çekiyor ve yapımcılara 'Bence Edward bu kot pantolonları giymeli' diyordum. Pek çoğu işe yaradı ve kıyafetlerimi bana yapımcı stüdyo satın aldı.

Dior reklamındaki tarzın bize Jean Paul Belmondo ile Steve McQueen'i anımsatıyor. O estetikliği sevdin mi?

Ben çok pratik biriyimdir. Basit kıyafet seçimleri yaparım, bir hafta boyunca ne giyecekseniz o. Fakat marka reklamlarında her şey mükemmel olmak zorunda ve bizim arayışımız da dayanıklı bir estetiklikti. Çekimler için çok fazla kıyafet seçeneğimiz vardı fakat ben sürekli aynı şeyi giyip duruyordum. Neredeyse bir ceketi mahvedecektim. Ama farklılık yaptım, gömleğin altına tişört giydim. Bunun çok 50'li yıllara özgü ve maskülen durduğunu düşünüyorum. Fakat Fransa'da bu şıklığın tam tersi diye yorumlanıyor ve hiç hoş karşılanmıyor.

Eminim o da trend olacaktır. En sevdiğin dönemler 50'ler ve 60'lar mı?

Evet. O dönemlerin pratik ruhunu seviyorum. Takım elbiseler tıpkı üniforma gibi görünüyordu. Burada önemsiz şeylerin avukatlığını yapmıyorum yani.

Bir keresinde bir kızla 10 dakika geçirmek yerine onunla 10 yıl geçirmeyi tercih edeceğini söylemiştin.

Hala aynı şekilde düşünüyorum ama bu tabii ki karşımdaki kişiye de bağlı.

Dior reklamına çok fazla katkın oldu. Eğer bir gün yönetmenlik ya da yapımcılık işine girersen hangi tür filmler yaparsın?

Yönetmen olarak bakış açım çok farklı olurdu. Benim hayalim büyük bütçeli bir film çekmek. Mesela bir bilim-kurgu filmi.

Bilgi kurgu türündeki en favori filmin hangisi?

Blade Runner ve Star Wars (Yıldız Savaşları). Bilim kurgu türünü ve o türde yaratılan dünyaları çok seviyorum. Çocukken The Empire Strikes Back izleyip kendinizi karakterlerle bütünleştirip, onlardan biri olduğunuza inanırsınız hatta film bitse bile bu devam eder. Bu büyüleyici bir şey. Mesela benim hala Star Wars oyuncaklarında gözüm var. Eğer biri bana doğum günümde bir ışın kılıcı hediye ederse sevinçten havalara uçarım.

Şimdi seni böyle kafanda şapkayla görünce bir zamanlar okulda rap grubun olduğu fikrine kapıldım.

(Gülüyor) Evet vardı. Özel bir okulda okudum, arkadaşlarım ve ben her gün şarkı söylerdik. Ben takıntılıydım, sınıfta bile rap şarkılar yazardım. 15 yaşından 17 yaşıma kadar bu konuyu fazlasıyla ciddiye aldım. Halen de çok seviyorum, bir gün bir albüm kaydetmeyi çok isterim.

Oynadığın filmlerin çoğu kitap uyarlamaları, edebiyattan hoşlanır mısın?

Eskiden çok okurdum. Ama artık pek odaklanamıyorum. Rus yazarlar ve içinde hiç umut barındırmayan karanlık hikayeler favorim.

Yani o zaman ya nostaljiksin ya da pesimist?

Hayır. Neden o tarz hikayeleri sevdiğimi ben de bilmiyorum. Ama seviyorum. Geçtiğimiz gün James Joyce'un Dubliners/Dublinliler'ini tekrar okudum. Favorim olan A Painful Case'i* de bir arkadaşıma önerdim. Bana hayatında okuduğu en depresif hikaye olduğunu söyledi. Bu çok hoşuma gitti. O hikayelerde öyle bir şey var ki kendimle bağlantı kurmamı sağlıyor ve bu durum beni mutlu ediyor.

*James Joyce'un Dublinliler kitabında yer alan öykülerden biri.

Türkçe çeviri: elwiens
İspanyolca'dan İngilizce'ye çeviren: @oldmoriiarty  | RPLife
Yazısız resim: RobstenTR 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder