28 Ağustos 2013 Çarşamba

Interview (Almanya) Dergisi Röportajı [Eylül 2013]

Robert: Umarım sigara içmem seni rahatsız etmiyordur.

Ne içiyorsun?

R: Elektronik sigara. Uzun zamandır bırakmaya çalışıyorum ama bu elektronik olanlar oldukça farklılar; bir tanesini bitirmenle normal bir paketi bitirmen aynı süreyi alıyor. Ve şey, sönünce atıyorsun oluyor bitiyor. Aynı gerçek sigaralar gibi. Böyle olmasını seviyorum. Bir tane ister misin?

Tabii.

R: Eee?

Dumanı tütsün benim için yeterli.

R: Bunlar çok güçlü. Yenisini alabilmek için sürekli 7-Eleven'a gidiyorum. Uçakta bile kullanabilirsin. Tanrım, elektronik sigara satıcısı gibi konuşuyorum! 

Hem de Dior için tanıtım yapman gerekirken. Dior Homme'un yeni yüzü olmak nasıl bir duygu?

R: Aslına bakarsan reklamlarda oynamayı hiç istemedim.

... Ve bir sabah parfümün mü bitti?

R: Ben parfüm kullanmam ki!

Bunu söylemeye iznin var mı?

R: 13 ya da 14 yaşlarındayken epey kullanırdım ama artık kullanmıyorum. O zamanlar sanırım beni daha olgun göstereceğini düşünüyordum. Hal böyle olunca da önemliydi tabii; ta ki ilk sakalım çıkana kadar.

Yönetmen Romain Garvas çekimler sırasında neredeyse BMW'yi çarptığını söyledi.

R: Ne? Bunu söylemeyeceği konusunda anlaşmıştık ama! Hem arabayı parçalamadım bile..

Neler oldu?

R: Saatte 100 km hızla 6 metre uzunluğunda bir kum şeridi üzerinde sürmem gerekiyordu ama tam o anda dalgalar geldi ve ben de arabayla menavra yaptım. Ondan sonra da hem araba, hem modeller hem de ben yosun dolu kuma battık.

Babana bu durumu itiraf ettin mi?

R: Modeller yüzünden mi? Hayır. Neden edeyim ki?

Babanın eski model arabalarla igilendiğini sanıyordum.

R: Ah, kahretsin, doğru ya. BMW'nin eski olarak düşünülmeyeceğini ummuştum. Bu arada, ilk Alacakaranlık filminden sonra aynı modelin siyahını kullanmıştım. O araba 1000 dolardan fazla etmiyordu. Çok yaşamadı ama bugün bir klasik. Tanrıya şükürler olsun ki babam artık emekli.

Bir sahnede modelle birlikte esrar çekiyor gibi görünüyordunuz. O sahneyi kumsaldakinden önce çekmemişsinizdir umarım.

R: Hayır, çekmedik (gülüyor).

Romain Garvas resimler Dior'un imajıyla örtüşsün diye çok fazla düzenleme yapmak zorunda kaldı mı?

R: Eh, sonuçta esrar gerçek değildi.

Ama kız öyleydi.

R: Belki bir gün seyircilerin modelin göğüslerini görebileceği yönetmen versiyonu yayınlanır. Ah, hayır, lafımı geri alıyorum. Ne kötü bir yorum oldu bu!

Sonuçta seyirciler çıplak kızdansa seni görmeyi daha çok istiyorlar.

R: Off!

Little Ashes'da Salvador Dali'yi canlandırdığından beri ekranlarda sürekli çıplak görünüyorsun. Bu senin için sorun olmuyor mu?

R: Ben bir İngilizim! Tabiki oluyor! Gerçi şimdilerde yeterince egzersiz yaptığımı düşünüyorsam rahat hissediyorum. Ama yine de bu durum benim için setteki diğer çalışanlara göre daha zor. Düşünsene Juliette Binonche ile ilk kez tanışmışsın ve bundan 10 dakika sonra onunla birlikte bir seks sahnesi çekmen gerekiyor. Çok acımasızca! İspanya'da Dali filmini çekerken durum çok kötüydü, hatta neredeyse utanç vericiydi. Havuzda vakit geçirerek gerginliğimizi gidermeye çalışıyorduk. Havuzun kenarına yapışmıştım ve daha arkamı bile dönemeden İspanyol oyuncu soyunmuştu bile. Mutlu mutlu bana doğru yüzüyordu ama ben ne yapacağımı bilmiyordum. Kendimi Mr. Bean gibi hissettim. Her neyse, bu benim çektiğim ilk seks sahnesiydi. Ve bir erkekleydi.

Bir farkı var mı ki?

R: Şey, en azından normal bir öpücükten daha farklı hissettiriyor.

Çok az insan öpüşürken filme çekilir.

R: Ah, doğru. Unutmuşum! (gülüyor)

Yarı zamanlı işine geri dönersek; bir Homme (erkeksi) gibi hissediyor musun yoksa senin için Dior Boy daha mı iyi olurdu?

R: Aslına bakarsan çekimler boyunca Romain bana sürekli "Daha erkeksi", "Robert, erkeksi ol!" diye bağırıp durdu.

Senden önce Jude Law Dior Homme'un yüzüydü. Galiba Fransızlar İngilizleri kendi erkeklerinden daha erkeksi görüyor.

R: Komik değil mi? Biz İngilizler daha bir erkeksi, eğitimli, etkileyici ve yakışıklıyız.

Ve Jude Law'dan daha çok saçın var.

R: Ne kadar kabasın!

Hogwards'ta geçirdiğin süre boyunca muhtemelen insanlar "Harry Potter'dan bir sınıf üst sınıfındaki çocuk yeni Jude Law olacak" demişlerdir.

R: Evet, gazetelerde böyle şeyler yazıyordu. Ama şimdilerde onlarca "Yeni Robert Pattinson" diye tanıtılan gençler var.

2 hafta önce ortalıkta eski reklam kampanyası resmindeki Jude Law'ın kafasına senin kafanın yapıştırıldığı bir resim geziyordu.

R: Delilik! (gülüyor)

Jude Law'la tanıştın mı hiç?

R: Malesef hayır. Ama eminim ki o da böyle saçmalıklara gülüyordur. Biz İngiliziz. İyi bir espri anlayışımız var. Bizi tüm bu olup biten deliliklerden koruyan da bu zaten.

Bu konuda son 12 ayda bambaşka bir noktaya geldin.

R: Son 12 ayda mı? (gülüyor) Evet çok çılgıncaydı ama durum Alacakaranlık yılları boyunca hep böyleydi. Aniden, gittiğim her yerde insanlar beni tanıdıklarını düşünmeye başladılar. Bir resim çekiyorlar ve sonra da benimle -bütün hayatları boyunca hiç tanışmadıkları biriyle- özel bir tanışıklıkları, arkadaşlıkları ya da ilişkileri varmış gibi davranıyorlardı. Bu delilik. Bazen oldukça korkunç ve ürpertici olabiliyorlar. Ama genelde gülüp geçmeye çalışıyorum. Çünkü bu tarz şeyleri ancak gülerek sindirebiliyorsunuz. Belki tüm bu ünlü olma olayı, şu an olduğundan daha fazla büyümesi imkansız gibi görünen bu histeri bir gün biter. En azından ben öyle olmasını umuyorum.

Ne zaman ve daha da önemlisi neden bitmeli?

R: Belki on ya da yirmi yıl içinde ekonomik kriz bittiğinde, insanlar tüm gün sıkıntıdan internet başında oturup başkaları hakkında saçma sapan şeyler yazmayı bırakıp kendilerine ve tüketimlerine odaklanabildiğinde...

Kendin hakkında mı konuşuyorsun yoksa genel olarak hayranların ünlü insanlara yakın olma arzusundan mı?

R: Genel anlamda söylüyorum. İnternet çok değişti. Eğer bir şeyi yeterince derinlemesine araştırırsan benimle ilgili bilmen gereken her şeyi bulursun; ne yiyorum, dışkım nasıl görünüyor, kiminle yatıyorum, penisim neye benziyor ve hatta mastürbasyon yaptığımda ben neye benziyorum...

Gerçekten mi?

R: Eh, biraz abartmış olabilirim. Ama mastürbasyon yaparkenki yüzüm sonsuza dek görünmek üzere filme alındı.

Genç Dali'yi oynadığın için.

R: Evet.

Mış gibi yapılamaz mı?

R: Dene bakalım. Açık açık söylüyorum; imkansız. İşe yaramıyor işte. Durum böyle olunca ben de kamera önünde yapmak zorunda kaldım.

Kimsenin filmi izlemeyeceğini umdun çünkü değil mi?

R: Onun gibi bişey, evet. Çekimler bittikten sonra bi süre bunun -o sıralar gerçekten kısa olan- oyunculuk kariyerimin sonu olduğunu düşündüm. Ama sonra "Rolü aldın" telefonu geldi. Ve sonra Alacakaranlık başladı.

Ve sonra Alacakaranlık'la para akışı başladı...

R: Haha

Londra'nın Güneybatısı'nda, Barnes'de büyüdün. Çocukluğun nasıldı?

R: Çok normaldi. Ben hep ilgi odağı olmaktan kaçınan normal bir adamdım. Biraz utangaç ve güvensizdim. Zaten bu yüzden daha önce bir tiyatroda oynamış olmama rağmen oradaki tiyatro grubuna yazıldım.

Baban pahalı arabaları tamir ederdi. Annen ise bir modellik ajansında çalıştı.

R: Ben de lise dönemlerinde modellik yaptın. Gelmiş geçmiş en acınılası modellik kariyerine sahip olduğum için kendimle gurur duyuyorum.

Ama Dior'la gayet iyi bir iş çıkardın.

R: Başlangıçta herşey yolundaydı. Uzun boyluydum ve kız güzelliğine sahiptim. O zamanlar androjen görüntü moda olduğu için işe yarıyordu. Ama büyüdüm ve daha erkeksi görünmeye başladım. Bu yüzden de kimse benimle çalışmak istemedi.

Sınıftaki kız arkadaşların model olmandan çok etkilenmişlerdir herhalde, değil mi?

R: Aslında hayır. Yarı zamanlı işimi sır olarak tutmaya çalıştım. Sanırım her zaman mahremine düşkün bir insandım. Aslına bakarsan okulda herkesin bildiği sadece bir olay oldu; gençlik dergisi Bliss için poz vermiştim ve o dergide Bliss Erkekler bölümü vardı. Her sayıda kızlar erkekler için iyi veya kötü diye oy verebiliyorlardı. Ben oldukça iyiydim ve yaklaşık bir yıl kadar iyi seçildim. Gerçi muhtemelen arayıp kendim için oy verdim diye seçilmişimdir. Sayı başına 150 Pound veriyorlardı (gülüyor). Düşünüyorum da bu benim en başarılı modellik işimdi. Seçmelere sırf kadın modelleri görmek için giderdim. Ama onlarla konuşmaya hiç cesaret edemedim.

Ama okulda dolaplara Sevgililer Günü için kırmızı güller koyamayacak kadar da utangaç değilmişsin.

R: Sen bunu nerden biliyorsun?

Dolabın sahibi olan kızdan.

R: Vay canına. Peki sana güllerin bir işe yaramadığını da söyledi mi? Sevgililer Günü'ydü ve daha 13 ya da o civarlardaydık. Gülü dolabına ben koymuştum ama en iyi arkadaşım kendisinin koyduğunu söyledi. Bir hafta sonra çıkmaya başladılar. Söylediğim gibi, o zamanlar çokta şanslı sayılmazdım.

Ve bunu milyonlarca kız tarafından gülleri beklenen vampir söylüyor.

R: Kulağa olduğundan daha kolay geliyor.

Alacakaranlık çekimlerinin son gününde üzgün müydün? Sonuçta yıllarca Edward'la birlikteydin.

R: Çekimlerin o kadar çok son günü oldu ki... Onlardan biri de Karayipler'de, St. Thomas'taydı ve muhteşemdi. Çoğu zaman kötü hava koşullarında çekim yapmak zorunda kaldık. Ama güneş parlıyordu, sahildeydik ve tüm zamanımızı denizde öpüşerek geçirdik.

Kulağa çok hoş geliyor.

R: Çekimlerin asıl son günü Kanada'daydı. Ve Karayip'lerdekinin tam tersiydi; iki hafta boyunca yaptığımız tek şey çıplak olduğumuz seks sahnelerini çekmekti ve son gece hava dondurucu derecede soğuktu. Tüm ekip bir an önce bitirmek istiyordu. Tıpkı benim gibi. Kimseye hoşçakal bile demeden bastım gittim.

Bir keresinde röportajlarından birinde "Çoğu insan sadece sizden birşeyler alıyor ama yerine hiç bir şey vermiyor" demiştin. Sana kolay bir soru: Robert Pattinson'ın vermek zorunda olduğu şey neydi? Asıl önemli olan sorum ise; Son zamanlarda sen ne aldın?

R: Almak dediğinde aklım direk çalmaya gitti.

İlginç.

R: Her zaman otellerin kalemlerini çalıyorum. Bak; sırt çantamda dolu var.

Bir sürü otelde yaşıyorsun.

R: Üzücü ama gerçek.

Magazin basının sana taktığı R-Patz adına Londra'dan arkadaşların ne diyor?

R: Neyseki görmezden geliyorlar. Alacakaranlık'la olduğu gibi. Ama R-Patz'a geri dönersek; bu ismi bulan adamı boğmak istiyorum!

R-Patz'in isim babasını tanıyor musun?

R: Hayır. Şey, aslında tanıyorum. Şimdilik şişko ünlüler dünyasıyla ilgili blog yazan bir blogger diyelim  yeter.

Kristen Stewart'la olan ilişkinin, Alacakaranlık macerası hiç olmamış olsaydı bile basında yine de bu kadar çılgınca yer olacağına inanıyor musun?

R: Bu soruya mantıklı bir cevap vermek imkansız. Biri diğerinden ayrılamaz çünkü.

Çok diplomatik.

R: Ehh, ne diyebilirim ki?

Sosyal ağlar ve Twilight çılgınlığı sağolsun Justin Bieber'dan ve zamanımızın diğer pop yıldızlarından daha büyük bir hayran kitlen var.

R: Asıl ilginç olan Twilight hedef kitlesinin ergenlerden oluşmaması. Çoğu daha büyük insanlar. Alacakaranlık kendi paralel dünyasına ve çıktığı ilk günden beri internette oluşmaya başlayan hayran kültürüne sahip. Ve daha önce bu kadar güçlü bir şey hiç olmamıştı. Bazen kendime bu insanların tüm gün boyunca ne yaptıklarını soruyorum. Bilgisayarlarının başına oturup Alacakaranlık'la uzaktan yakından alakası bile olmayan şeyler hakkında yorum yapıyorlar. Gece gündüz hem de. Yani gerçekten heyecan verici -en azından ben bu fenomenin bir parçası olana kadar öyleydi.

Bununla nasıl başa çıkıyorsun?

R: Adapte olmayı öğreniyorsun. Ve hayatını faklı bir şekilde yaşamayı da... Asıl dangalakça olan şey internettekilerin yüzde 75'inin bi boka yaramadığınızı düşünmesi (gülüyor).

Kaçmayı düşünüyor musun hiç?

R: Kim düşünmüyor ki? Asıl sıkıcı olan hayranlar değil, gazeteciler. Onları aptal bulabilirsin. Gerçi onları da anlıyorum; sabah ya da günün her hangi bir saatinde çekilmiş yalnız bir resmim adamların aylık kiralarını ödeyebiliyor. Onlar için tüm bu saçma bekleyiş gerçekten önemli olabiliyor. 

Alacakaranlık'a başlarken başına gelecekleri biliyor muydun?

R: En ufak bir fikrim bile yoktu. Ama şimdi her şey geride kaldığından kendimi daha bir büyümüş hissediyorum.

Diyorlar ki hayatını değiştiren Alacakaranlık seçmelerinden önce Valium almışsın. Böyle birşey hatırlıyor musun?

R: Evet ve o hap tek seferlik de olsa sihrini konuşturdu. Rolu aldıktan sonra Valium vazgeçilmezim olur sanmıştım; yani sanki bütün berbat seçmeleri almama yarayan sihirli ilaç olacakmış gibi.

Ve?

R: Bir sonraki seçmelerde neredeyse uyuya kalıyordum. Tanrıya şükürler olsun ki Alacakaranlık'tan sonra sadece iki kere seçmelere katılmam gerekti.

Onlardan biri de Werner Herzog'la çekeceğin sıradaki filmin.

R: Doğru.

Çöl güneşi vampirler için ölümcül değil miydi?

R: Çok komiksin. Bu arada bence kan kokusu çok iğrenç.

Alacakaranlık'ın son bölümünden hemen sonra David Cronenberg'le birlikte Cosmopolis'i çektin. Bir yatırım uzmanını oynamıştın.

R: Zamanlama mükemmeldi. David senaryoyu gönderdiğinde çok heyecanlanmıştım. Sonra biz filmi çekerken Wall Street'i İşgal Et Hareketi başladı. Ve inan bana insanların neden sokaklara döküldüğünü çok iyi anlayabiliyorum! Los Angeles'ta bile işgal hareketi vardı biliyor musun?

Hayır

R: Gerçekten vardı.

Gösterilere katıldın mı?

R: Katılsam çok saçma olurdu. Kulağa sahtekarca gelmeyecek ne söyleyebilirdim ki? Ama gösterilere katılan bir kaç tanınmış aktör biliyorum. Bunun çok zavallıca olduğu kanaatindeyim.

Neden?

R: Çünkü o sevimli arkadaşlar tek kuruşunu bile ödemedikleri Audi'lerine ve BMW'lerine binerek merkeze inip araçlarını bir cadde öteye park ederek trenle gelmiş gibi davrandılar. Onların neden orada olmak istediklerini de anlamıyorum. Onlara "Gerçek göstericilerin protestolarını mahvediyorsunuz. Her ne kadar onların acılarını paylaşsanızda bu sizin olayınız değil. Orada istenmiyorsunuz." dedim.

L.A.'de yaşamayı seviyor musun?

R: Şey, en azından çok rahat yaşayabiliyorsun. Güneş neredeyse her gün parlıyor. Ve eğer rahatsız edilmek istemiyorsam üstüme bir süveter geçiriyorum, şapka ve gözlüklerimi takıp basıyorum gaza. Bu şekilde dışarı çıkıp, olanı biteni görmezden gelebiliyorum.

Buradaki barların gece 2'de kapanıyor olması kalbi kırık bir erkeğin kendini alköle boğabilmesi için çokta ideal sayılmaz.

R: Gece 2'ye kadar ne derece sarhoş olabileğini bi bilsen!

Los Angeles'in en iyi yanı ne?

R: In-N-Out Cheeseburger'daki kızarmış soğanlar.

Kameralar kapanıp, kapılarını kapattığında kendini yalnız hissediyor musun?

R: Sadece o zaman değil.

İnsanlar sadece Kristen Stewart'tan ayrıldıktan sonra bir basın sözcüsü tuttuğunu, ondan önce birine bu konuda para ödemenin gereksiz olduğunu düşündüğünü söylüyorlar.

R: Ben ucuzcuyum. Ve hala bir basın sözcüm yok. Neden olsun ki?

Peki gazeteciler konusunda olduğu gibi bu tarz şeylerle nasıl başa çıkman gerektiğini kiminle konuşuyorsun?

R: Ailemle. Menajerimle.

Kanepesinde yatmaktan hoşlandığın kişi kimdi?

R: Ben olsam hoşlandığın demezdim. O kanepede tam 3 yıl yaşadım. Ben dairesinde pineklerken ve playstation oynarken menajerim çalışıyordu. Çok güzel günlerdi... -bir sabah Alacakaranlık'tan telefon gelene kadar... Bir elektronik sigara daha ister misin? Hadi al birkaç tanesini!

Çeviri: @RobertaYDiego
Almanca'dan İngilizce'ye çeviren: @KStewandRPatz | RPLife

2 yorum:

  1. İnsanlar sadece Kristen Stewart'tan ayrıldıktan sonra bir basın sözcüsü tuttuğunu, ondan önce birine bu konuda para ödemenin gereksiz olduğunu düşündüğünü söylüyorlar.

    R: Ben ucuzcuyum. Ve hala bir basın sözcüm yok. Neden olsun ki?

    Ayrılmadık diyor, kopya veriyor hater'lara asffdgfdhg :D

    Ayrıca çok kendini beğenmiş gördüm kendisini :P

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Onu bunu, altındaki imaları geçtim de çok güzel lafı ağzına tıkıyor muhabirin. Bir daha dönüp sormaya da çekinmiş olacak ki hemen başka konuya atlanıyor. Roberto NO ÖZEL HAYAT diyor kısaca. Alnına yazmalı yoksa cidden anlamıyorlar agsdfdasadsg

      Sil