7 Eylül 2011 Çarşamba

Fransa Premiere Röportajı


P: Her iki filmi çekmek ne kadar zaman aldı?
RP: 8 ay!

P: Kristen bize 6 ay sürdüğünü söylemişti ama?
RP: Benim biraz daha uzun süre kalmam gerekti.

P: Bazı sabahlar kalkıp da kendi kendine “hala bu filmi çektiğime inanamıyorum.” Dediğin oldu mu?
RP: Tabii ki. Demek istediğim iki ay boyunca aynı odada aynı koca yeşil ekran önünde çekim yaptığınızı düşünsenize.


P: Bu sevişme sahnesidir diye umuyorum!
RP. Hayır. Onu iki günde çektik. İçinde hiçbir şey olmayan iki sahne çekiyorduk. Her tarafında sahte karlar olan yeşil ekranın olduğu odaya tıkılıp nerdeyse bir kelime bile etmeden sadece bir birimize mümkün olduğunca keskin şekilde bakmaya çalışarak çekim yaptık.

P: Hiç kimse sana bu tarz bir çekim yapacağını söylememiş miydi?
RP: Aynen öyle, ‘Seni 8 haftalığına yeşil ekran odasına tıkacağız bakalım kim daha önce pes edecek’.

P:Sence Bill Condon Oscar’ını kolunun altına alarak mı sete geldi?
RP: Hayır, bu hiç onun tarzı değil. Ama bence o kendini neyin içine soktuğunun farkında değildi. Çok fazla strese girmeyen biri gibi görünüyor ya da bunu gizlemeyi çok iyi başarıyor. Bu gerçekten komikti. Herkes ona gelip bağırarak: ‘Bill bunu gördün mü? Bu çok manasız!’ ve o da onlara bakıp ‘biliyorum, bu delice’ diyordu ve sonraki dakikada ortadan kayboluyordu.

P: Bu sanki problemleri çözmenin bir yolu gibi.
RP: Onu görmeliydiniz. ‘Sana kesinlikle katılıyorum. Bu korkunç.’ Ardından bütün gün boyunca ortadan kayboluyordu. Bill çok eğlenceli biri ve espri anlayışını filme de aktardı. Alacakaranlık filmleri komik yanlarıyla bilinmiyor,  önceki yönetmenler dramatik yanı ön plana çıkardılar. Son filmin başlagıcı ise bunun tam tersi: aydınlık, rahatlatıcı…


P: Filmden gelen ilk resimler oldukça aydınlık ve parlak görünüyor.
RP: Bill mükemmel bir senarist. Chris Weitz gibi, o da New Moon’da çok cesurdu. Bazen kitaplardan uzaklaşmaktan korkmuyordu. Twilight filmleri dışındaki filmlerde eğer bir sahne isteğimiz gibi olmazsa çekimler sırasında bazı senaryo değişiklikleri yapabiliyoruz ama bu seride bu pek mümkün değil. Eğer bir sahne beni rahatsız etseydi, bana ‘Bunu demelisin. Kitapta böyleydi!’ diyorlardı. Bill bir dakika dahi duraksamadan, ‘Bir şeyler uyduracağız, sonuçta bu benim filmim…’ *kahkahalar*

P: Şimdi bir milyon sinir fan yaratmış oldun.
RP: Çok kötü. Bu bana çok eski olmayan bir şeyi anımsattı. Vücuduna Alacakaranlık’ın ünlü sözü ‘Ve aslan kuzuya aşık olur’ dövmesi yaptıran bir kızın resmine denk gelmiştim. İki defa bakmak zorunda kaldım çünkü o dövmede aslında‘Ve kuzu aslana aşık olur’ yazıyordu. Bunu hayal edebiliyor musunuz, filmden bir repliği üzerinizde taşıyorsunuz ve aslında bu replik yanlış yazılmış?

P: İlk üç filmde hep cinsellik konusu bastırıldı. Ama bu filmde özgürlük zamanı: gece yarısı yüzüşleri, yatak kıran sevişme sahneleri, hızlı bir hamilelik… Bunların hepsini aynı anda kaldırabileceğimi pek sanmıyorum.
RP: Dürüst olmak gerekirse bu beni de biraz korkutuyor. Son kitap hakkında duyduğum ‘Göreceksin onlar her zaman yataktalar, bazen bu biraz şehvetli ve sert oluyor. Jacob bir bebeğe aşık oluyor…’ ben şaşkınlık içerisinde kalmıştım. Böyle bir özetten sonra tek düşündüğünüz şimdiye kadarki en karmaşık hikaye olduğunuz düşünüyorsunuz.  Ama kitabı okuduğunuzda hiç de şok edici ve aşağılayıcı şeyler olmadığını anlıyorsunuz.  Kitabı okumayanlar için bu film Efsane’nin en en ilginç filmi olacağından eminim.  Biz fantastik gençlik klasmanından çıkıp garip bir dramaya girdik, içinde dehşet taşıyan bir drama. Bella’nın uzaylılara benzediği sahneler var: Bebeğin onu içten kemirdiği kısımlarda Bella çok zayıf ve berbat görünüyor. Kristen o korkunç makyajı yaptığında onu sette gördüğüm zaman setteki arkadaşlara: ‘Alacakaranlık filmlerinden birini çektiğimize emin miyiz? Bu filmlerin +13 olması ve şiddet içermeyen şeyler barındırması gerekmiyor muydu?’ diyordum.

P: Eminim David Cronenberg senden memnun kalacaktır. (Robert, Don DeLillo’nun Cosmopolis uyarlamasında oynadı)
RP: Onun çok sıradan sahneleri izlemekten keyif alacağını düşünüyorum. Mesela Bella’nın plasentasını dişlerimle yırttığım sahne gibi. Cronenberg’in önemli filmlerinden birinde oynamazdım. O filmleri kesin çok yakın plandan çekerdi.

P: Şafak Vakti’yle beraber senin yeni bir izleyici kitlesini cezp edeceğini düşünüyorum: seni daha değişik hikayelerde görmek isteyecek olanları.
RP: Verdikleri paranın karşılığını fazlasıyla alacaklar. Çok keyifli, bu boyutta hiçbir film bu tarz riskleri almaz. Ama ne zaman ki hikayenin en çılgın sahneleri konuyu ileriye taşıyan en büyük parçalardan biri olmaya başladı işte o zaman bunları filmin içine aktarmamak imkansız bir hale geldi. Her gün bir birimize bakıp ‘ Sanırım başka seçeneğimiz yok, bu garip şeyleri çekmek zorundayız’ diyorduk.  Hikayeyi dağıtmak gibi bir seçenek yoktu.

P: Ee, demek ağız yoluyla yapılan bir sezaryen deneyimi yaşadın?
RP: Bu hiç şüphesiz şimdiye kadar yaptığım en komik şeydi.  Kafamı havaya kaldırdığımda her tarafım peynirimsi bir şeyle ya da onlar oraya her ne koydularsa onunla kaplanıyordu. Bu sahneleri çekmeden önce ben, Stephenie Meyer, bir ebe ve Kristen oturup bir doktorlar konuştuk. Neler yapmam gerektiğini, bu yapacağımız olayın gerçek hayatta da var olup olamayacağını öğrendik. Doktor biraz şaşkın bir şekilde bakarak: ‘Böyle bir şeyi gerçek hayatta yapabileceğinizi sanmıyorum.’ Dedi *kahkahalar*

P: Gittikçe filmi izlemek için daha da heyecanlanıyorum…
RP: Bende çok istiyorum. Eminim izlerken gülmekten öleceğim.

P:Yanlışım varsa beni düzelt ama: serideki o histerik havanın dağıldığını hissediyorum. Sanki artık bir nevi normal hayat yaşabiliyormuşsun gibi…
RP: Hayır, henüz değil. Los Angeles da bir fotoğraf çektirme isteği almadan bir yere ulaşmam için 40 dakikam oluyor. Bütün bunların suçlusu Twitter. Eğer bu site var olmasaydı şu an huzurum yerinde olacaktı. Etrafımdaki birine bir bakış attığımda o kişi anında aceleyle elini cebine atıp telefonunu çıkarıyor. Ve biliyorum ki faka bastım ve bütün günümü insanlardan kurtulmaya çalışarak geçireceğim. Bu çok sinir bozucu.

P: Brezilya’da balayı çekimlerini yaparken bir kargaşaya neden olduğun doğru mu?
RP:  Evet, havaalanında nerdeyse tutuklanacağımız bir kargaşaya neden olduk. Neden olduğunu hala bilmiyorum ama biraz korkutucuydu. Göçmen şubesi görevlisi bana: ‘Benim ülkemdesiniz, benim kurallarımla hareket edeceksiniz.’ Dedi. Bense, ‘ Her neyse istiyorsan, sen sadece benim bu havaalanından ayrılmama izin ver.’ *kahkahalar*

P: Şafak Vakti’nin setteki son günü ve 4 yıllık Alacakaranlık serisine veda etmek nasıldı?
RP: Çekimlerin son gününde bütün oyuncu ekibiyle beraber Kanada’daydık. Normal bir Şafak Vakti çekim günüydü, gece çekim yapıyorduk, hava dondurucu ve yağmurluydu… Asistan son sahnenin bittiğini ilan ettiğinde herkes kendini karavanına kapattı, bir son içki için bile durmadılar. Ama benim son sahnem kuralara göre daha geç bitti ve bu muhteşemdi. Ekibin bir kısmı Karayipler’e bazı tekrar çekimler için gitti. Endişelenecek hiçbir şeyi olmayan bir ben bir de Kristen’dı. Suyun içinde yapılacak tekrar çekimlerimiz vardı ne makyaja ne de lenslere ihtiyacım oldu. Hava çok sıcaktı, günün sonunda kumsalda düzenlenen partiye katıldık, gün batımını izledik. Ve işte o an bunu geçtiğimiz 4 ay içerisinde neden hiç yapmadığımızı kendi kendime sordum. Her zorluk an bir anda yok olmuştu.
Thanks so much Sonia from RPLife
çeviri: elwiens

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder