28 Nisan 2014 Pazartesi

Sport and Style Dergisi Röportajı (Ekim 2013)

Komediyle ne zaman ilgilenmeye başladın ve bu türün yarattığı potansiyeli ne zaman fark ettin?

Drama kulübünde başladım çünkü çok utangaç biriydim. Bu bir dışa vurumdu: ilk defa korkularımla yüzleştim ve yaşadığım adrenalin inanılmaz yoğundu. Bir de içimde bir şeyler "yaratma" hissi doğduğu an var tabii. 2008 yılında rol aldığım Little Ashes isimli garip bir filmde Salvador Dali'yi canlandırmıştım. Karaktere ve dolayısıyla performansıma inandırıcılık katmak istemiştim. 

Ayrıca müzikle de uğraşıyorsun değil mi?

İlk başlarda evet, bir müzisyen olmak istiyordum. Alacakaranlık'ı çekene kadar da bu istek devam etti. O dönemlerde dahil olduğum bir grupla Londra'da turnedeydik, barlarda şarkı söylüyorduk. Folk-Pop müzik yapıyorduk ama ben Folk müzik yerine Soul - Otis Redding, Van Morrison - müzik yapmayı tercih ederdim. 

Bir aktör olarak zarafet senin için ne anlama geliyor?

Cazibe, aura, tavır, davranış ve bakış arasında bir denge bence. Ama zarafet aynı zamanda dinleyebilmek ve konuşabilmek anlamına da geliyor. 

Peki ya stil?

Kendini ifade etme biçimi ya da sadece kendini ifade etmek diyelim. Stil geneldekozmetik ürünlerin ya da iyi kıyafetlerin arkasına saklanmak olarak görülüyor. Tam tersine bence asıl stil,  kişiliğini fark etmek ve kendine karşı dürüst olmaktır. 


Yıldız bir oyuncu olunca iyi senaryolar bulmak zorlaşıyor mu?

Evet, çünkü seyircinin sizi nasıl gördüğünü kestirmek zorlaşıyor. Günümüzde insanlar aktörlerin profesyonel hayatlarından çok özel hayatlarını biliyorlar. Senaryo seçimi, özünde hikayelerin ilginç olup olmadığına bakılarak yapılır ama ayrıca bu şu tür bir kişisel manifesto da olabilir: bu karakteri seçiyorum fakat o kişi aynı zamanda benim!

Yakında vizyona girecek olan David Michod filmi The Rover'ı neden seçtin? Toplumda yarattığın imajın aksini yapmak için mi?

Muhtemelen biraz öyle, çünkü bu bir denklemin parçası. Rolü geçekten çok istedim, iki deneme çekimine katıldım! Senaryo muhteşemdi, çok sıkı çalıştım. Hikaye gerçek üstü, çok orijinal, her açıdan yenilikçiydi. Yer almak istediğim diğer projelerden çok çok farklı bir işti.

Romain Gavras ile Dior için çektiğiniz bu reklam filminde yer almak kamuoyundaki imajını değiştirmene yardımcı olacak mı?

Umuyorum. Bu oldukça garip bir macera. Daha önce asla bir markayı tanıtabileceğimi düşünmemiştim. Buna rağmen çok rahat karar verdim ve bundan hiç şüphe duymadım. Karar vermek kolaydı çünkü benim için çok büyük bir anlam ifade ediyordu, tabii bunda ekipteki herkesin aynı fikire ve tutkulara sahip olması da büyük bir etki yarattı.

Romain Gavras projeye katkılarını ve performansını çok beğenmiş...

İşte tam da bu sebepten bu projeyi onunla paylaşmak istedim çünkü sağlayacağı katkıyı biliyordum. Reklam filmlerinde hep bir rahatsızlık hissedersiniz, aktörler ve yönetmen arasında ya da yapım ekibi ve aktörler arasında veya reklam filmi ve seyirci arasında hep bir mesafe vardır... Bu reklam öyle olsun istemedim. Romain'in projeleri hayat, kan ve ter içerir. Dokunabileceğiniz bir doğallık vardır. Asla, sadece poz verip bütün meziyeti Romain'e bırakacak bir adam olamazdım. Zaten bu duygulara neden olan ve bu denli dürüst iş çıkarmamıza ilham veren kişi de kendisiydi.

Ona gözün kapalı güveniyor musun?

Kesinlikle. Onunla tanıtışır tanışmaz tavırlarından hoşlandım. Biraz çekingendi ve hemen 'evet' demedi, ilk önce beni tanımak istedi. Bana kendisinin nasıl biri olduğunu ve ne yapmak istediğini anlattı. Ben de aynı duyguları paylaştığımı fark ettim, rüzgarımız aynı yönde esiyordu. Fakat ihtiyatlı olma konusunda haklıydık çünkü aktör ve yönetmen arasındaki yanlış anlaşılmalar berbat şeylere neden olabiliyor. Ona karşı büyük bir inancım vardı. Kontratıma reklamın son hali konusunda söz söyleme ve istersem yayınlatmama maddesi eklemiştim ama bunu asla kullanmadım! Çünkü Romain'in aklındakini çekmesini ve kendi filmini yaratmasını istemiştim. 

Yani hiç korkuya kapılmadın...

Hiç ve bu inanılmazdı. Büyük şirketlerle çalıştığınızda çoğu zaman sözleşmenizdeki her şeye sadık kalmanız gerekir fakat bu projede kimsenin şüphesi ya da korkuları yoktu.

İngiliz aktörler olmasaydı Amerikan sinemasının hali kim bilir nasıl olurdu?

Çok doğru! İnanılmaz bir şey değil mi? İngilizler ve Avustralyalılar hatta Kanadalılar! Bu durum onların da sinirlerini bozuyor (gülüyor). Hollywood'a ilk girdiğimde sadece birkaç genç İngiliz oyuncu vardı ve herkes onların aksanlarıyla dalga geçerdi. Şimdilerde ise "Defolup evinize gidin!" tavrındalar. İlerleyen zamanlarda ne tür şeylere tanık olacağımı merakla bekliyorum.

Belki de kültür ve statü farklılığındandır...

Kesinlikle. İngiliz aktörler son yıllarda çok değişim geçirdi. Komedyenlerin hepsi orta sınıftan geliyordu veya bizim tiyatro eğitimi aldığımız özel okullarda yetişiyorlardı. Fakat son yıllarda her sınıftan komedyen çıkar oldu çünkü devler onlara burs vermeye başladı. Yani şu anda İngiltere'de aktör olmak için bir önem arz etmeniz gerekiyor yoksa bu iş çok zor. 

Geriye dönüp kariyerine baktığımızda bir arayış içindeymişsin gibi görünüyor. Hırslı biri misin?

Evet arayıştaydım. Ard arda Alacakaranlık filmleri çekince insan merak ediyor acaba araya farklı projeler sıkıştırabilir miyim diye. Ve bu farklılığı Cronenberg ile ya da farklı biriyle yaşadığınızda daha önce hayalini dahi kurmadığınız şeyleri yapabildiğinizi fark ediyorsunuz.Yani şansınızı denemeniz lazım. 

Cosmopolis'ten sonra birlikte tekrar çalıştığın yönetmen Cronenberg'de ilgini çeken şey neydi?

Bu işe yeni başlayanlar için kendisi inanılmaz derecede zeki bir adam. Ve ayrıca tamamen dürüst bir sanatçı, asla kötü bir amaç ya da para için film yapmayan biri. Bu lafım bir anlam ifade ediyor mu bilmem ama [David Cronenberg] onurlu bir adam. Herkes bunu sette hissedebiliyor. O, sınırları zorlamaya ve arayışına devam eden biri ve bu harika bir şey. Tutkularını ve merakını hiç bozmadan koruyor. 

Peki, gelelim spor konusuna. Hala bir Arsenal taraftarı mısın?

Her ne kadar California'da çok erken saatlere denk geldiği için artık Premiere Lig maçlarını takip edemesem de evet hala taraftarım. Aslında son zamanlarda ilgimi boksa yönelttim. Hafif siklet kategorisindeki maçları izlemekten keyif alıyorum; hatta orta siklet, yarı orta siklet, ağır siklet ve tüy siklet maçlarını da.

Boksu neden seviyorsun? Bu yaşadığın yere göre beliren bir beğeni mi?

Evet, kesinlikle ve ayrıca boks dışında berbat ve acı veren bir başka spor daha yok sanırım. Bu öyle bir spor ki korkunç bir disiplin gerektiriyor ve gurur çok önemli bir erdem olarak görülüyor. Çok güzel, gerçekten. 

Arséne Wenger'in Arsenal'in başında kalması gerektiğini düşünüyor musun?

Onu her zaman sevmişimdir evet ama zamanla kendisinde bir çeşit kazanma korkusu oluşmaya başladı.

Çok Fransızvari bir davranış...

Aynen. Sanırım Premiere Lig'de bir Fransız takımı gibi oynayan tek takım Arsenal'dir. Şık bir oyun sergilemekle o kadar meşguller ki kazanma zahmetine girmiyorlar. Kazanamıyoruz belki ama çok iyi oynadığımız kesin...

Blogumuz adına çeviriyi yapan: elwiens
Kaynak linki belirtilmediği sürece blogumuzdan çeviri alınması kesinlikle yasaktır.
RPLife

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder