24 Ağustos 2012 Cuma

'TIME' Röportajı (Ağustos - 2012)

TIME: Cosmopolis Irak savaşının ilk yılında, 11 Eylül sonrası olayla ilgili yazılan roman karmaşası esnasında yayımlandı. Ama şimdi bakıyoruz da hikayenin rotası 2011'de dünyanın en büyük protestosu haline gelen Wall Street İşgali'ni gösteriyor. David, seni kitapla karşı karşıya getiren neydi ve bunun bir film olması gerektiğini ne zaman anladın?

David Cronenberg: Üç yıl önceydi ve ilgimi çeken şey kitabın öngörüleri ya da tarihsel konumu değildi. İlgimi çeken karakterler, diyaloglar, hikayenin yoğunluğu, espri anlayışıydı -kesinlikle komik bir yanı var. Bir şeylerin açıklamasını yapma peşinde değildim. Fakat dürüstçe bir şeyler yapıyorsanız onun yaratıldığı zamandan da bir şeyler anlatması kaçınılmaz. Roman ilk çıktığında insanlar "Bütün bu Wall Street karşıtı gösteriler inandırıcı değil," diyorlardı. Şimdi ise her şey çok açık.

Robert, DeLillo'nun diyalogları fazla yoğun, usulüne uygun ve sık sık teorinin içinde sürüklüyor. Sen diyalogları nasıl ele aldın?

Robert Pattinson: Beni ilk bağlayan romanın mizah yanıydı. Onun dışındaki her şey romanın kendisine uygundu. Absürd ve pek çok açıdan kıyaslanamaz oluşunu çok sevdim. Eric'in kendini anlayamadığını düşündüm ve karakteri buradan yola çıkarak ele aldım -sanki kendimi anlayamıyormuşum gibi oynadım. (Cronenberg neşeyle gülüyor) Kendimi kaybetmeyi sürdürdüm. Ne zaman sete aklımda bir fikir ya da sahneyi çekmenin bir yolunu bularak geldiysem hep bir şekilde yanlış hissediyordum ve David bunun yanlış olduğunu biliyordu. Fakat aklım başka yerlerde olduğunda ve sahneyi aklımda çok düşünmediğimde doğru bir şeyler yapıyormuşum gibi hissediyordum.

Eric hakkında söylememiz gereken bir şey varsa o da dünyasının teknoloji tarafından kuşatılmış oluşu -hayat deneyimlerini bir kumanda aracılığıyla ekranlardan yaşamaya çalışıyor. Seks, silah kullanmak ya da serveti üzerinde kumar oynayarak bir şeyler hissetmeye çabalıyor. Sizce de insanlar gittikçe yabancılaşıp 'gerçek' şeylerin peşine düşmüyor mu?

DC: Filmin büyük yatırımcılarından biri Fransız milyarder Edouard Carmignac. Kendisi Fransa'nın Warren Buffett'ı olarak biliniyor. Filme dâhil olmak istediğini çünkü projenin çok gerçek olduğunu söyledi. Filmdeki karakter gibi kendine bir başka evren yaratmış pek çok kişiyi tanıyor. Bu yarattıkları evrenin içinde dış dünyadan ve normal ilişkilerden kopmuş bir şekilde fakat kontrol sahibi ve canlı hissediyorlar. Tıpkı Eric Packer'ın karısına dediği gibi "İnsanlar böyle konuşuyor, değil mi?". O bir şeyleri denemeye çabalıyor çünkü gerçekten bilmiyor. Milyar dolarlarla uğraşıyor ama gerçek paraya hiç dokunmuyor ve bir şeylerin ödemesini yapmayı bile bilmiyor. Carmignac tabii ki kendini Eric'le bağdaştırmıyor ama karaktere yabancılık da çekmiyor. Yani filmi onun sözleriyle ala alacak olursak "bu abartı değil". İnsanlar kendilerini incitecek şeylerden korumak içim kendilerine limuzin yaratıyor biraz uzay gemisi biraz cam fanus görünümde.

RP:  Bence Eric akıl gücü ve egosu arasına sıkışıp kalmış. İkisini birbiriyle harmanlıyor. Bu işle uğraşan pek çok insanın empatiyi zayıflık olarak gördüğünü düşünüyorum fakat Eric bunun dayanıklılık olduğunu fark ediyor. Eric'i bir canavar olarak tanımlayan yazılar okudum ama ben her zaman hikayenin umut dolu bir devamlılığı olduğuna inandım. Onun en büyük problemi fazlaca kendine takıntılı olması. Fakat bu koşulların getirisine karşı temkinli adımlarla ilerliyor. Geniş bir ergenlik döneminde geçmiş ve oldukça zeki, bilgin biri. Pek çok insan düşünceleri konusunda fazla sabit ve Eric fark ediyor ki onu şok edip, kendine gelmesini sağlayacak tek şey onu öldürecek birinin olması.

Siz de Cosmopolis'i şöhret hakkında bir film olarak görüyor musunuz? Eric kendi dünyasında, tanımadığı insanlar onu tanıyor, kafalarında onun hakkında hikayeler kuruyorlar ve -

DC: Hayır, ben öyle düşünmüyorum. Bu sanki London whale gibi, kimse adamın neye benzediğini ve nerede yaşadığını bilmiyor. Bu bir iş adamı olarak onun gücü. Kimse onu tahmin edemiyor, kimse onu algılayamıyor. Ben de Eric'i böyle biri olarak düşünüyorum. Dışarıdan bakıldığında limuzini diğer herkesinkine benziyor sadece suratına pasta atmak isteyen ve peşine paparazziyi takan o adam tarafından fark ediliyor. Ama onun dışında Eric yemeğe çıkabiliyor, eğer etrafta kimse yoksa karısını da yanında götürüyor ve kimse onu rahatsız etmiyor. Sadece bir tane koruması var hepsi o. Hayranları olan biri değil.

RP: Bütün bu bankacı ve milyarderler paparazziler tarafından takip edilip de işlerini dikkatle yapsalardı dünya daha iyi bir yer olurdu diye düşünüyorum. İnsanlar bazı şeylere yakından bakmaya başlarsa o zaman bütün bu düzen ufalanıp yok olurdu.

Sanırım ben Cosmopolis'in bir parçasını şöhret hikayesi olarak ele alabilirim çünkü filmin başrolünde Robert var ve kendisi yoğun ve özel bir küresel şöhrete sahip.

DC: Bunun en önemli etkeni filmi finanse etmek istemeniz. Yatırımcıları çekmek için tanınmış biri olması lazım yoksa bu iş olmaz. Bununda dışında olan her şeyle bağımızı kesmek istedik. Filmi çektiğimiz zaman kendi limuzinimizin içinde kendi dünyamızdaydık. Etrafta kimse yoktu. Yalnızca biz. Bu noktada Robert'ın ve benim diğer filmlerimizin bir önemi kalmıyordu. Eski filmlerle şimdiki arasında bağ kurmak gibi bir düşüncem yoktu.

Hazır diğer filmlerden bahsetmişken - Cosmopolis David'in Crash'iyle benzerliklere sahip: arabanın içinde geçmesi ve arabanın erotik bir alan gibi aktarılması. Filmde Eric'le güvenlik sorumlusu Kendra arasında muhteşem bir sevişme sahnesi var. Bir sahnede olması gerekenden fazla kurgulanmış hareketler var ya da doğaçlama yapmak için yeterli alan mı demeliyim?

RP: Kesinlikle filmdeki en zorlayıcı sahnelerden biriydi. Senaryoda sevişme sahnesi yoktu mesela. Senaryoda biz sevişmeyi bitirmiş üstümüzü giyinmekle meşgul görünüyorduk. (Cronenberg'e dönerek) Sanırım sahnenin değiştiğini bana bir gün önce falan söylemiştin. (gülüyor)

DC: Şey, sanırım bu olayın oyuncuları paniğe kaptıracağını düşünmemiştim. Her neyse zaten önceden hazırlık yapılacak bir durum yoktu ortada. Sana bir hafta önce söyleseydim de-

RP: En azından biraz mekik çekerdim.

DC: Neyse, zaten bu da yardımcı olmazdı. Kendra birilerini öldürmek isteyen bir erkeğe böylesine yakın olmanın ayrı noktalarda giyinmekle meşgul olmaktan daha erotik olabileceğini söylediğinde, eğer sevişirseniz o sahne daha ilginç, zorlu ve daha iyi olurdu demiştim.

RP: Orgazm anını sevdim çünkü zirveye ulaşması gerektiğini çok belli eden bir sahne ve Eric'in o sahnedeki repliği "Bunu ilginç buldun mu?" kahkahalarıma sebep oldu.

Limuzin hakkında konuşalım. Muhteşem görünüyor sanki J.G. Ballard'ın Death Star'ı yaratması gibi bir durum. Robert, limuzinin içinde çok zaman geçirmek klostrofobik miydi?

RP: Koltuk geriye doğru eğik olduğundan hiç bir şekilde rahat ya da güçlü görünmüyorsunuz. Hangi açıdan bakarsanız bakın aynen şu şekilde görünüyorsunuz (kendini oturduğu yere bırakıp hafifçe geriye yaslanır ve şaşkın görünür). Sürekli olarak güçlü görünmeye çalışıp pozisyonun yarısında kalıp duruyordum. Bir süre sonra sevmeye başladım ama ilk defa koltuğa oturduğum zamanı hatırlıyorum da, (fısıldayarak) "Lanet olsun, ben buna oturamam. Bu sanki taht gibi ve işe yaramıyor." diye düşünmüştüm.

DC: Zaten bir taht gibi dizayn edildi. Efendisi olduğu dünyasında insanları seks, toplantı ve iş için ayağına çağıran Eric'in gücünü görsel olarak yansıtmak istedim. Araba 25 parçadan oluşan bir set gibi tasarlandı böylece istediğiniz açıdan çekim yapabilir istediğiniz şekilde ışık kullanabilirdiniz. Çekimleri oldukça geniş açılı lenslerle yaptım.

RP: Çoğu zaman kamera bir vinç ve kumada eşliğinde hareket ettiriliyordu. Normalde kameraya karşı olduğunuzda arkasındaki bir çift gözle bağ kurarsınız. Fakat diğer türlü hareket halinde olduğunda bir makineyle bağ kurmanın garipliğini yaşamaya başlarsınız ve orada bir robot vardır. Limuzinin içindeki sound bile çok ölüydü sanki bir kayıt stüdyosuymuş gibi. Her şey çok hissizdi. Sesçi hep yerlerde sürünüyor köşeye doğru emekliyordu, sürekli arabanın içinde olan tek kişi de oydu zaten. O küçük Fransız adamın benden sürünerek uzaklaşmasını izlemekle geçti çekimler ve sette en büyük arkadaşlığımda onunla oldu.

DC: Rob'a olayları çözümlemesinde yardımcı oldum. Aktörlerime yardımcı olmaktan hoşlanıyorum.

(...)

Robert, prostat muayenesi sahnesinde oynayabilecek oyunculara önerilerin var mı?

RP: Emily Hampshire'ın yüzünden bir kaç santim uzakta duruyordum ki bu da işimi kolaylaştırdı. Çünkü arada ne kadar mesafe olsaydı o benim yaptığım şeyi o kadar yargılayacaktı. Fakat bu kadar yakın olmam galip gelmemi sağladı-

DC: Bir bakıma!

RP: —utandırıcı bir durumda olmama rağmen. Bütün film boyunca kendimi en güçlü hissettiğim andı sanırım. Çok sonradan fark ettim ki prostat muayenesi sadece birkaç dakika sürüyormuş.

DC: Onlar ise neredeyse on iki dakikada yaptılar. Eğer biraz daha uzun sürseydi doktorun seni baştan çıkarmaya çalışırdı.

Sırada hangi filmler var?

DC: Rob'la yeniden çalışmayı çok isterim ve Rob'la Viggo Mortensen'in (Cronenberg'in yıldızlarından biri A History of Violence, Eastern Promises, A Dangerous Method) birlikte mükemmel olacaklarına inanıyorum. Ama önce oturup Rob'umu ve Viggo'mu yazmam lazım. Yani sırada yeni bir film yok. Eastern Promises 2 vardı mümkün görünen ama o da bazı nedenlerden dolayı sonuca ulaşamadı. Rob'a ve Viggo'ya verilecek rolleri olan Bruce Wagner'ın senaryosunu yazdığı Maps to the Stars var. Ama bakalım finanse edebilecek miyiz? Çünkü Cosmopolis'i finanse etmek kolay gibi göründü ama aslında değildi.

RP: Sırada yapacağım filmler arasında Mission: Blacklist var. Saddam Hüseyin'in yakalanmasında büyük rolü bulunan Eric Maddox'ın hikayesini anlatıyor. Aslında var olmaması gereken özel operasyon ekibi JSOC'da görev alıyor ve Saddam Hüseyin'i kendileri buluyorlar fakat bunu deşifre etmiyorlar. Hikaye çok çılgın ve kesinlikle tuhaf. Filmin yönetmeni oldukça cool biri olan Jean-Stéphane Sauvaire. Çekimleri önümüzdeki yaz Irak'ta yapacağız. Ama ondan önce Ocak ayında Animal Kingdom'ın yönetmeni David Michod'un günümüzün vesterni tarzında olan Guy Pearce'in bulunacağı The Rover'ını çekeceğiz.

Röportaja son vermeden önce - Robert bunu sorduğum için kusura bakma ama sormalıyım: Milyonlarca insanın senin için endişelenmesi ve iyi olduğunu umması nasıl bir duygu?


RP: Sanırım insanların sizin hakkınızda endişelenmesi oldukça hoş. Biraz garip de.

DC: Bildiklerini düşündükleri şeylere karşı reaksiyon gösteriyorlar ama aslında hiç bir şey bilmiyorlar. Hiç bir şekilde bağlantıları olmayan yaşamlar üzerine çok fazla yatırım yapıyorlar. Kaldı ki bağlarını koparmaktan söz edelim.

RP: Ama aynı zamana dünya çok acımasız bir yer. Yani insanları bu denli kibar olmaya iten his her neyse umuyorum ki dönüp kendi hayatlarına bakıp şunu fark ediyorlardır (dehşete kapılmış, farkında varmış bir ses tonuyla) "Bu yeteneğe sahibim - insanlara empati duyma yeteneğine sahibim!".

"Tamamen yabancı birine duyduğum empati aslında çok iyi tanıdığım insanlara karşı empati duymamı sağladı!"

RP: “Hey, bir şeyler öğrendim!”

ÇEVİRİ: elwiens 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder