Dişleri çarpık ve çürük. Saçları kötü bir şekilde tas traşı kesilmiş. Baştan ayağa kir içerisinde ve konuşmaya başladığında cümleleri yutuyor, yersiz bir şekilde kelimeleri tekrarlıyor.
Müthiş saç stiline ve parıldayan bir tene sahip Alacakaranlık'ın kahramanı, dünyanın en yakışıklı vampiri Edward Cullen'la benzerlikler taşıyor elbette. Çünkü apokaliptik bir gelecekteki insan avının ortasına düşen yürüyen felaket Rey, her zaman göz kamaştıran aktör Robert Pattinson tarafından canlandırılıyor.
"Genelde bu tarz roller için seçilmem," diyor Pattinson Los Angeles'dan katıldığı telefon görüşmesinde. "Böyle garip roller için uygun olan 4-5 oyuncu vardır. Daha önce hiç onlardan biri olarak algılanmadım - bu saatten sonra belki bu değişir."
Pattinson bu rolü ne kadar çok istiyordu? Deneme çekimlerine katılacak kadar. Hemde iki defa.
Evet anladık bu adam son filmi Şafak Vakti - Bölüm 2 ile gişede milyon dolarlar kazandı.
Ama o da bir seyirci kitlesine ihtiyacı olduğunu anlamış durumda.
"Şey, açıkçası bu benim kişiliğime göre çok farklı. Sadece konuşarak böyle bir kitle oluşturduğuma inanmamın hiçbir yolu yok," diyor. "Yani bunu kabullenmek için kocaman devasa bir egoya sahip olmalıyım."
28 yaşındaki Pattinson, korku içinde ve sürekli olarak güvensiz hisseden Rey'i, boyun eğen kişilik olarak görüyor.
"Bir köpek sürüsü içerisinde yer alsa kesinlikle 2. adam konumunu kabul edebilecek biri," diyor.
Karakterini kavraması açısından ona yardımı olsun diye yönetmen David Michôd, Pattinson'a "Bully" isimli, şiddete maruz kalan iki çocuğu anlatan belgeseli izlemesini önermiş. Ve aktör karakterini hemen kavramış.
"İnsanlar uzun bir süre boyunca sizde yanlış bir şeyler olduğunu öner sürüp duruyor," diyor. "Kimse sizden bir şey beklemiyor, düşünmeyi bırakıyorsunuz ve bağımlı hale geliyorsunuz. Başka şansınız kalmıyor çünkü. Cidden, [Rey'in] hissettiği tek duygu her şeye olan korkusu."
Guy Pearce gibi varlığı göz dolduran biriyle karşılıklı oynamanın oldukça yardımı dokunmuş.
"Karşılıklı çekim yaparken Guy'ın sizi baskı altına alan bir yanı var. Öyle bir odaklanıyor ki karşısında parçalara bölünüyorsunuz," diyor Pattinson. "Tıpkı üzerinize doğrultulan bir lazer gibi."
Açıkça görünüyor ki Pattinson sahne ışıklarıyla genç yaşlarda haşır neşir olmuş. Londra'da doğup büyüyen aktör 15 yaşında amatör tiyatro yaparak bu işe başlamış. Orada bir menajerle tanışmış ve 2005'de Harry Potter ve Ateş Kadehi'ndeki kısa rolünü kapmış.
2008'de ise Alacakaranlık Serisi'ndeki Edward Cullen rolüne seçilmiş. Seri 5 film ve sayısız dergi, gazete manşetinin ardından geçtiğimiz yıl Şafak Vakti - Bölüm 2'nin gişede rekorlar kırması ile sona erdi.
Pattinson bu yıllar süresince sahne ışıklarına alıştı, hatta artık toplum içine karışır oldu.
"Gününün istediğin gibi olmasını istiyorsan düşünüp taşınman gerekiyor. Eğer arkadaşlarımla sinemaya gideyim dersen muhtemelen bir grup paparazzi tarafından fotoğraflanırsın," diyor. "Bazen bu durumu hoş karşılarsın ama çoğu zaman durumun stresiyle baş etmek istemezsin. Fakat dört yıl öncesine oranla kesinlikle çok daha dengeli bir şekilde yaşıyorum."
Alacakaranlık, Pattainson'a ünle beraber sinema dünyasında bir yer de sağladı. Kendisi son dönemde çok saygı değer insanlarla çalıştı. 2012 yılında David Cronenberg'in Cosmopolis'inde, ve yine aynı yönetmenin yeni filmi Maps To The Stars'da rol aldı. Werner Herzog'un yeni filmi, Nicole Kidman ve James Franco'lu kadrosuyla Queen of the Desert'te, T.E. Lawrence'ı canlandırdı ve sırada kadrosunda Robert De Niro ve Rachel Weisz gibi isimlerin yer aldığı Idol's Eye var.
Pattinson, Alacakaranlık'ın ona muhtemelen geniş bir çevre sağladığını belirtiyor fakat çevresinin ne kadarını Alacakaranlık'a borçlu olduğundan emin değil. "Bu sektörde çalıştığım pek çok kişi Alacakaranlık filmlerini izlemediğini söylüyor fakat bir de Werner Herzog gibi Alacakaranlık'ı sevenler var," diyor. "Sanırım pek çok konuda yolumu açtı. Fakat serinin etkilerinin ardından kendi yolunuzu bulmanız gerekiyor."
Ve kendisi bu etkilerin ardından oyunculuğunda çıtayı yükselterek yoluna devam ediyor.
"Sanırım küçükken daha utangaçtım. Hala da öyle sayılırım. Ama insanın kendiyle mücadele etmesi güzel, özellikle de duygusal olan, seni aşacağını düşündüğün sahnelerde. İnsanın kendisiyle, bu yolla mücadele edebilmesi canlandırıcı bir şey," diyor Pattinson.
"Özellikle de işler yolunda gittiğinde," diye ekliyor. "Nihayetinde çok berbat bir sonuca da varabilir."
Blogumuz adına çeviriyi yapan: elwiens
Kaynak linki belirtilmediği sürece blogumuzdan çeviri alınması kesinlikle yasaktır.
Kaynak | RPLife
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder