13 Mayıs 2012 Pazar

Premiere Dergisi Röportajı (Mayıs 2012)

Los Angeles, Sunset Bulvarı'ndaki özel kulüp Soho House'un salonundayım. Saat öğlen 01:30. İçeriye sadece üyeler girebiliyor. Görevli bizi güler yüzle asansöre yönlendiriyor. Çünkü sihirli kelimeleri kullandık ‘Saat 02:00'de Robert Pattinson'la randevumuz var.’ Aktör uzamış sakallarıyla yarım saat sonra içeri giriyor. Paparazzileri peşinden savmak için uzatmamış ama bu sakallar bir rock grubunu anlatan The Band filminin hazırlığı için. Fakat bugün bizi buluşturan proje bu değil. Biz David Cronenberg'in Don DeLillo'nun romanından uyarladığı yeni filmi Cosmopolis için buradayız. Film herkesi şok ederek bu sene Cannes Film Festivali yarışmasına seçildi. Kanadalı yönetmen Eric Packer rolünü Alacakaranlık yıldızına vererek herkesi çok şaşırttı.

Eric Packer'ın kendi cehennemine yaptığı yolculuk hayatını sonsuza dek değiştiriyor. Bu değişim herkesi şoke edecek bir performansla mükemmel bir zamanlamayla karşımıza çıkacak olan Pattinson için de geçerli. Kasım ortası gibi Alacakaranlık'ın son filmi vizyona girdiğinde hayranları artık onun büyümesine ve Cosmopolis'le anılmasına izin verecekler. Haydi değişimi şimdi başlatalım!

Premiere: Rob seninle en son görüştüğümüzde Cosmopolis çekimlerinden geliyordun ve bana “Ne yaptığımızı anlamıyorum ve David'e ‘Ne yaptığımızı biliyor musun?’ diye sorduğumda ‘Bilmiyorum ama biz bunu umursamıyoruz'” dediğini söylemiştin. Ama şimdi filmi izledikten sonra ne demek istediğinizi anladım.

ROB: İlk izlediğimde yalnızdım ve bittiğinde aklım karmakarışık olmuştu. O anda müzik kafamda oturmamıştı. Daha sonra filmi tekrar bir grup duyarlı insanla beraber izledim. Kendilerini gülmekten alıkoyamıyorlardı ve ben de ‘Ah, demek ki bu işi başardık (gülüyor)’ diye düşünmüştüm. Şimdi ise seyircilerin tepkisini görmek için sabırsızlanıyorum. Sanırım ilk defa kendi oynadığım bir filmi "film" olarak ele alıp izleyeceğim çünkü Cosmopolis David Cronenberg'e ait. Bu gerçekten onun filmi.

P: Hadi ama gerçekçi olalım, bu aynı zamanda senin de filmin...

ROB: Yine de bu katıksız bir Cronenberg filmi, buna hiç şüphe yok. Pek çok yönetmen elinizden tutup size 'Nereye doğru yol alman gerekiyorsa sana yardım edeceğim,’ demeye çalışır. David ise bir sahneyi çektikten sonra "Tamam, bu sahne güzeldi. Hadi diğerine geçelim," şeklinde davranıyordu. Fakat aktörlerin performansları konusunda çok duyarlı, size çok fazla talimatlar vermeyen ve esrarengiz bir şekilde yanlış adım atmayan biri. Gözünden hiçbir şey kaçmaz. Bir an odaklanma sorunu yaşayın anında fark eder. Böyle biriyle çalışmak neredeyse huzursuz edici olabiliyor. Filmin bitiş partisinde ona bazı montajlanmış sahneleri izleyip izlemediğini sorduğumda bana filmin tamamını izlediğini söyledi. Çoktan montajını bitirmişti. Durum böyle olunca "Ee filmin ne anlattığını anlayabildin mi?" diye sordum. O da "Hayır, ama oldukça iyi ve komik bir film," dedi ve ardından bana Fellini'den bir alıntı yaptı: "Bir film soru işaretleri yaratmıyorsa o film ölü demektir." David sette kuralları yıkan deneyimli oyuncularla -Paul Giamatti gibi- olmaktan mutluydu.

P: Fakat yönetmenin bir başlangıç noktası olması gerekiyor...

ROB: Ve hiçbir şeyden korkmaması. Daha önce hiç böylesine kendi yeteneğinden emin bir senaristle çalışmamıştım. Çektiği sahnede sıkışıp kaldığında hemen başka bir şey deniyordu. Senaryoyu avucunun içi gibi biliyordu ve bunu iyi kullandı. İlk başlarda bu durum biraz cesaret kırıcı olsa da her sahnede rolümün olması ve senaryoyu ezbere biliyor olmam işime yaradı. Tıpkı tiyatroda olduğu gibi.

P: Bir aktörün korku duyması iyi bir şeydir değil mi?

ROB: İlk çekim gününde bunu belli etmemiştim. Ta ki ilk sahnenin çekimi için hazırlandığımda Sarah Gadon (Eric'in karısını canlandırıyor) bana "Rolün için nasıl hazırlandın?" diye sorana kadar. Konsantrasyonum dibe vurdu ve limuzini terk ettim, çok sinirlenmiştim ve bağırarak: "Ne hakla beni bu şekilde yargılarsın? Beni denemeye falan mı çalışıyorsun?" dedim (gülüyor).

P: Cronenberg bize çekimler konusunda çok gergin olduğunu söyledi...

ROB: Bir aktör olarak neleri başarıp neleri başaramayacağımı çözmeye çalıştığım bir dönemden geçiyordum. Böyle bir geçmişinizin olması durumu daha da karmaşıklaştırıyor. David bununla ilgilenmese de bir şey değişmiyor.

P: David'e son Alacakaranlık filmini izlemesini öneririm. Filmde Cronenbergvari bir şeyler görebilir...

ROB: (gülüyor) Hala bir tane daha Alacakaranlık filminin (Şafak Vakti - Bölüm 2 16 Kasım'da vizyona giriyor) vizyona girecek olmasına inanamıyorum. Ayrıca bir kaç gün sonra yeniden çekimler yapmamız gerekecek.

P: Alacakaranlık'ı arkanda bıraktığını düşünüyor musun?

ROB: Evet. Artık olaylar ilk baştaki gibi değil. En önemlisi artık yaşlandım... Makyaj koltuğuna oturduğum zaman yılların ortaya çıkardığı kırışıklıkları görebiliyorum -ki bu korkutucu. Hem artık daha iri ve kiloluyum da. İlk filmi çektiğimiz zamanlarda çok fazla kıyafetim yoktu bu yüzden film bittiğinde filmde kullandıklarımı almıştım ama şimdi onların hiç birinin içine giremiyorum!

P: 2009 yılında Cannes Film Festivali'ne ilk katıldığın zaman büyük bir karmaşaya neden olmuştun, 700'e yakın hayranın sahilde seni bekliyordu. Güvenlik görevlileri seni oradan resmen kucaklayarak çıkarmışlardı...

ROB: Bu yıl beni fark etmeyecekler bile: "Onun varlığı umrumuzda değil, sonuçta Açlık Oyunları'nda oynamıyor!" (gülüyor)

P: Alacakaranlık'taki rol arkadaşın Kristen Stewart da On the Road için Cannes'da olacak ve sanki 'Le Croisette'de*  bir buluşma gerçekleşecek. Festival sizin için bir mezuniyet günü gibi olacak...

ROB: Cannes için çok heyecanlıyım. Cronenberg'le Cosmopolis'i çekmek bende bir şeyleri değiştirdi. Cesaretlendim. Bu filmin bana açtığı yol sayesinde şu anda beş ayrı projeye hazırlanıyorum. Önceden kendimden şüphe etmekle meşguldüm şimdi ise kendime: "Siktir et! Eğer onlar seni işe almak istiyorlarsa, hiç durma kabul et," diyorum.

P: Sanki bu filmin sana getireceği yeni teklifleri bekliyormuşsun gibi Cosmopolis'ten bu yana yeni bir film çekmedin. Durum gerçekten böyle mi?

ROB:  Az çok böyle. Şafak Vakti yılın sonuna kadar bütün vaktimi aldı ve kış ortasında çekilen çok fazla film seçeneğim de yoktu. Üç ay boyunca paniğe kapıldım ama neyse ki sonra bu bahsettiğim teklifler gelmeye başladı. Eğer her şey yolunda giderse bu sonbaharda çekimlere başlayacağız.

P: İki yıl önce insanların belirli filmler için seni istemelerine şaşırıyordun ve eline fırsat geçtiği sürece filmlerde oynamaya devam edeceğini söylüyordun. Ama sanki şimdi oyunculuğa bakış açın değişmiş gibi. Artık ne istediğini bilerek hareket ediyorsun.

ROB: Her zaman iyi filmler yapmak istedim. O zamanlar sarhoş olup "Eğer insanlar benden hoşlanmıyorsa, siktir olup gidebilirler!" (gülüyor) diyen bir tiptim. Fakat şimdi her şey çok farklı. İnsanlara saygı duyuyorum ve onların da bana saygı duymasını istiyorum. Bu şekilde söyleyince kolaymış gibi geliyor ama başkalarına saygı duymanın ne kadar önemli olduğunu öğrenmek biraz zaman alıyor.  Bunun farkına varmak sizi başarıya da ulaştırmıyor. David hiç yoktan ortaya çıkıp bana Cosmopolis'te oynamamı teklif ettiğinde ona tonlarca soru sordum. Bende ne gördüğünü ve hakkımda ne düşündüğünü gerçekten bilmek istiyordum. Ama o hiçbir soruma cevap vermedi.

P: Cosmopolis’in fragmanı internette bomba etkisi yarattı.

ROB: 8 yıldır film sektöründeyim ve sürekli eleştiriliyorum. Sonra aniden bir fragman yayınlanıyor ve herkes oyunculuğum hakkında heyecanla yorum yapıyor. "Harika görünüyor! Oyunculuğu çok iyi!" Bu çok saçma! Böyle durumlar insanların kafasının sadece eleştiriye çalıştığını anlamamızı sağlıyor.

P: Eleştirmenlerin çoğu seni herhangi bir filmde görmeden oyunculuğunun berbat olduğunu söyledi. Ve bence sen Alacakaranlık'ta gayet iyiydin!

ROB: Bazı sahnelerde belki... En azından denedim. Aniden iyi rol yapmaya başladığımı düşünen insanlara şunu sormak istiyorum: "Alacakaranlık'ta ne yaptığımı sanıyordunuz? O rolün benim doğal halim olduğunu mu?" Hayır. Bir aktör olarak talimatlar alıyordum. Şu tarz şeyler duyduğumda çok gülüyorum: (dramatik bir ses tonu kullanıyor) "Cosmopolis sonunda Robert Pattinson'ın rol yapabildiğini kanıtlayacak mı?" Bu da ne demek oluyor?

P: Johnny Deep ve Brad Pitt sadece güzel yüzlü çocuklar olarak biliniyorlardı. Ta ki Burton ve Fincher tarafından keşfedilinceye kadar. Cosmopolis’in de sende aynı etkiyi yaratacağını hissediyorum.

ROB: İyi olan bir şey var ki o da artık film endüstrisinin oyuncuları algılama şekillerinin değişmiş olması. Bana göre Brad Pitt de bu sektörde acımasızca küçümsenmiş aktörlerden biri. Belki bu onun için yeterli ama hiçbir zaman kötü performanslar sergilemedi. Son yıllarda kimse yetişkinler için filmler çekmek istemiyor çünkü insanlar bu filmleri hiç kimsenin izlemeyeceğini söylüyor. Hiç kimse. Brad Pitt hariç. İşte bir kariyer böyle sonlanıyor. Bağımsız film dünyasında bu tarz filmler görmeye devam ediyoruz ama gözden düşmüş yıldız oyuncuların başrolünde olduğu diğer filmler için bu söz konusu değil. Bu belki de o yıldız oyuncuların gizemli yanlarını kaybetmiş olmalarından kaynaklanıyor. İnsanlar hayatınız hakkında her şeyi bilirlerse nasıl rol yapabilirsiniz ki?

P: Eskiden yetenekli aktörler yıldıza dönüşürlerdi. Şimdi ise bir oyuncu daha yeteneğini kanıtlayamadan yıldızlaşıyor.

ROB: Ünlü olmak bir vasfınız olmadan elde edebileceğiniz tek iş. Ve eğer medyaya bu durumdan yakınmak gibi bir işe kalkıştıysanız başın daha çok belaya giriyor. İnsanlar bu yakınmaları duymak istemiyor. Kıskançlıktan değil ama sadece hayalleri yıkılsın istemiyorlar.

P: Bedeli ne olursa olsun illüzyonu devam ettirmelisin.

ROB: İşin garip yanı özel hayatınızla ilgili mümkün olan her şeyi bir araya getirip hem sizi yok etmeye çalışıyor hem de bu illüzyona devam etmenizi istiyorlar.

P: Yanılıyor muyum bilmiyorum ama sanki Hollywood'un cazibesinden vazgeçmeden hırsla bütün rolleri kabul ediyormuşsun gibi görünüyorsun?

ROB: Aslında Hollywood macerasına atılmak bile bence en tehlikeli şeydi. Geçenlerde 80 milyon $ değerinde bir senaryo okudum ve çok beğendim. İlk defa bir stüdyonun bana gönderdiği bir senaryoyu beğenmiş ve heyecanlanmıştım. Kendi kendime "Tamam işte bu tam da senin aradığın nitelikte, gişede patlayacak bir film," demiştim. Ama sonra görüşmeye gittiğimde bana çok fazla Alacakaranlık'la anıldığımı ve bu iş için uygun kişi olmadığımı söylediler. Hayal kırıklığına uğramıştım. Senaryoyu bir kez daha okudum ve sonunun hiç de güzel olmadığını fark ettim (gülüyor).

P: Kaderin sana bir şeyler anlatmaya çalışıyormuş gibi görünüyor.

ROB: Olabilir. Kaderiniz bir projeyi kendiniz için mi yoksa stüdyo için mi yapmak istiyorsun ikilemine düştüğünüzde ve seçim yapmaya çalıştığınızda da konuşur.  Ama ben buna inanmıyorum. Eğer boktan bir film çektiysen... E yani... Boktan bir film yapmışsın demektir. Gişede yaptığı hasılat hiçbir şeyi değiştirmez. Gişe başarısı iyi oluşunun kanıtı değildir. Wrath of the Titans filmine bakın mesela gişede dibe vurdu.

P: Hiç para için rol kabul ettiğin oldu mu?

ROB: Evet. Ama hep son anda bir şeyler oldu ve sonuçta hiçbir şey kazanamadım. Beş tane Alacakaranlık filmi çektim ama asla bunu para için yapmadım. Benim olabilecek para haksız yere başkasına gitmiş olsa bile yapmadım (gülüyor). Bir şey öğrendim, o da; ne kadar para kazanmaya çalışırsan çalış o para seni özgür yapmaz. Ne kadar paran olursa o kadar problemin olur. Mesela evini bariyerlerle çevirmek gibi problemler. Biri bana "Bu sadece bir film ama!" dediğinde onlara "Evet, ama hayatınızın geri kalanı boyunca bedelini ödemek zorunda olduğunuz bir film." demek istiyorum.

P: Ruhunu şeytana sattığında geri almak zordur.

ROB: Özellikle de Hollywood'da. Herkes sizi yargılamaya dünden hazır. Bu konuda Nicholas Cage'e her zaman hayranlık duymuşumdur. Kimin, ne düşüneceğini umursamadan yapmak istediğini yapan biri. 15 yıl sonra nihayet onun bir dahi olduğunu anladılar. O sadece dünyadaki en etkileyici aktörlerden biri değil, aynı zamanda da gerçek bir sanatçı.

P: Alacakaranlık'ın topladığı düşmanlık hayatını insanların seni algıladığı şekilde yaşamaman gerektiğine bir kere daha inandırmış olmalı...

ROB: Tanınmaya başladıktan sonra insanların sizin hakkınızdaki düşüncelerini kontrol edemeyecek duruma geliyorsunuz. Fırtınaya karşı savaşmayı öğrenmeniz gerek, özellikle de koca bir makinenin tek bir dişlisi olduğunuzu anladığınız zaman.

Bir film tanıtım sürecinde işiniz dışında her şey hakkında soru soran insanlarla ardı ardına röportajlar yaptığınız zaman ‘Ben bir aktör müyüm?’ diye merak etmeye başlıyorsunuz. Sık sık Alacakaranlık filmlerinden birini dahi izlememiş ve tek merak ettiği ünlü olmanın nasıl hissettirdiği olan insanlarla karşı karşıya geliyorum. ‘İnsanlar sokakta seni fark ediyor ve sürekli resimlerini çekiyorlar, bu çok garip. Falan filan...’ gibi.

Hazır bundan bahsetmişken geçen gün kumsalda başıma bir şey geldi. Sörf yapmayı öğreniyordum - o kadar aptalca görünüyordum ki hayal bile edemezsiniz - paparazzileri gördüğümü sandım ve kayalıkların arkasına saklandım. Gördüğümün doğruluğundan emin olunca içimde bir dürtü oluştu ve sonra onlara doğru koşmaya başladım. Koşumun ortasında kendi kendime o insanların karşısına dikildiğimde ne yapacağımı sormaya başladım. Normal şartlarda korkmanız gerekir ama ben o anda dayak yemekten korkmuyordum sadece onların karşısına çıktığımda içlerinden birine vurursam hakkımda açılabilecek davadan korkmuştum. Neyse ki onlar ödleklik yapıp hemen orayı terk ettiler. Gitmeselerdi ne olurdu bilmiyorum.

P: Güzel haber, neyse ki bu hengâme yakında sona erecek...

ROB: Yakında 26 yaşına gireceğim ve hala 13 yaşındaki kızlara hitap ettiğim için çıldırma kıvamına geldim. Sürekli bu durum nasıl değişecek diye merak ediyorum.

P: Önümüzdeki bir kaç ay içerisinde. İnsanlar Cosmopolis'i izledikten sonra her şey değişecek.

ROB: Seyircinin aktörlerin performanslarını sanki bizler ‘American Idols’ yarışmasındaymışız gibi değerlendirdiklerini düşünüyorum. Sizi iyi bulmaları için avazınızın çıktığı kadar bağırmalı ya da ağlamalısınız. Bu yüzden kendimi kandırmamaya çalışıyorum.

P: Hala çıldırmamış olmana şaşırıyorum. Hiç bir yıldız gibi davrandığını düşündün mü?

ROB: Eğer insanlar tüm gün boyunca bana dahi olduğumu söyleselerdi durum farklı olabilirdi ama olay böyle değil.

En başında bu sektöre hiçbir iş teklifi almayan bir model olarak girmeyi denedim. Neredeyse 2000 tane başvuru yapıp da karşınızda yüzünüze bile bakmayan, sadece önündeki dosyada yer alan fotoğraflara ard arda bakarak iğrenmiş bir ses tonuyla ‘Hayır, hayır...’ diyen kişilerle muhatap olduktan sonra pek çok şeye karşı bağışıklık kazanıyorsunuz.

Cannes Film Festivali'nde yarışacak olan David Cronenberg'in yeni filmi Cosmopolis'in yıldızı Robert Pattinson'la 13 saat süren çılgın bir fotoğraf çekimi gerçekleştirdik.

Genelde filmleri dünya çapında milyon dolarlık hasılat yapmış bir aktörle fotoğraf çekimi yaptığınızda karşınızdakinin kontrollü bir görüntüye sahip, soğuk ve utangaç biri olmasını bekliyorsunuz. Her şey son anda ayarlanır özellikle de eğer aktör gecikmişse her şeye en başından başlanır. Cümlenin başında genelde dedim çünkü bunların hiçbiri Robert Pattinson'ı yansıtmıyor!

Röportajın sonunda aktör David Cronenberg'in filmlerine ithaf edebileceğimiz, Cosmopolis'in başrolüne seçerek ona Alacakaranlık kimliğinden kurtulma şansı veren ve bu sene Cannes'da yetişkinliğe adım atışını kutlamasına olanak sağlayan yönetmene saygı duruşu niteliğinde bir fotoğraf çekimi fikri sundu.

Şunu söylemeliyim ki bu üstü kapalı temaya sahip çekimde kendisinin payı büyük. Scanners ve Videodrome filmlerinin sahneleri için onu hazırladık ama sonra bu beklenmedik bir işe dönüştü. Rob ilk çekimler iyi olmadığı için üzgündü ve onun pozisyonunda olabilecek diğer ünlülerin aksine o bu çekim için limitlerini zorlamak istiyordu. Böylece iki gün sonra fotoğrafçı Eliot Lee Hazel ve ekibiyle -bu tarz çekimler için biraz garip olsa da bir görsel efekt makyözü ve hamile bir bayan- Los Angeles'ta karanlık bir otelde 13 saat sürecek bu çekime başlamak için buluştuk.

Fotoğrafların tamamını gördükten sonra insanların Robert Pattinson'a bir daha asla aynı gözle bakmayacağına dair iddiaya girmeye hazırdık.

*Le Croisette: Akdeniz kıyısında yer alan 2 kilometre uzunluğundaki cadde. Cannes Film Festivali'nin yapıldığı mekan.

Çeviri: elwiens  
RPLife | @SomeLostBliss

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder