27 Mayıs 2012 Pazar

Altyazı Dergisi: "Cronenberg'in Cosmopolis'i"

CRONENBERG, IM, NICHOLS ve KISALAR

Cannes’da 65. perde de kapanmak üzere. Çok bereketli bir yılı geride bırakırken heyecanımızın en azından Altın Palmiyelerin dağıtılacağı Pazar akşamına kadar süreceğini hatırlatmak da yarar var. Yaratıcılıkla popüler yaygınlığı, fildişi kulelere kapanmadan seçkin ve öncü olabilmeyi, bayağılaşmadan kitleselleşebilecek eserleri bulup ödüllendirmek zor bir görev. Neyse ki jüri üyeleri hayatlarını bu işlevden kazanmıyorlar ve her yıl değişiyorlar. Yoksa ne olurdu festivallerin, daha da özelde Cannes’ın hali? Latinleri, Güney Amerikalıları takip eden son iki buçuk günün gündemi hoş bir rastlantıyla Kuzey Amerikalıları ön plana çıkarttı. Günlüğümüzün dünkü notlarında Afro-Amerikalı Lee Daniels ile başlamıştık. Cuma günü Kanadalı David Cronenberg, iki Amerikalı Adam Leon, Philip Kaufman ve son yarışma filmi olarak da Cumartesi sabahı Jeff Nichols vardı. Şenliğe son filmi Hemingway & Gellhorn ile yarışma dışı katılan Philip Kaufman için düzenlenen gösteri ve özel geceye katılacak ne vaktimiz, ne halimiz olmadığından filmi izleyemedik. Belirli Bir Bakış bölümünde programlanmış olan Adam Leon’ın Gimme the Loot’su ise yazı yazdığımız saatlere denk geliyordu. Ancak meslektaşlardan duyabildiğimiz kadarıyla, bir ilk film olarak Altın Kamera için yarışan Leon’un hiçbir şansı yoktu. Pek bir şey kaçırmamıştık.

CRONENBERG’İN COSMOPOLIS’İ

Klasik demeye dilim henüz varmasa da, kimilerine göre klasikleşmiş bir roman bir filmle birleşirse ortaya ille de harika bir çocuk çıkar denebilir mi? Doğaldır ki, denemez; denmemesi de gerekir. Hatta böyle bir varsayımın ne denli sakıncalı olduğu bugüne kadar yapılmış yüzlerce çalışmada kanıtlanmıştır. Ne var ki, böyle eserleri denemenin dayanılmaz cazibesini de herhalde en iyi Kanadalı ünlü yönetmen David Cronenberg gibiler bilir. Kimi Fransız edebiyat eleştirmenlerine göre 20. Yüzyılın son, 21. yüzyılın ilk başeseri nitelenen Amerikalı yazar Don DeLillo’nun Cosmopolis’i ünlü sinemacının gönlünde epeydir yatıyormuş. Festivalin son en çok merak edilen filmi sonunda Cuma sabahı gösterildi. Basından çok az alkış aldı. Sıcağı sıcağına ve karşılaştırmasız, kanımızca biraz hazmedilmesi gereken bir ürün ve pek palmiyelere aday olabilecek çapta gözükmüyor. Her durumda mükemmel bir teknik, özgün bir dekor sayesinde filme başarılı bir Cronenberg havası egemen. Oyuncular gayet iyi. Metin ve diyalog yoğunluğu sinemaya, sinema dili ve anlatımına pek yaşama şansı tanımıyor. Hâlbuki Alain Resnais çok daha teatral olan filmini öyle bir dinamizm ve hareketlilikle işliyorduk ki, aynı daralmayı hissetmemiştik... (Bu yazıyı yollamadan önce, son anda okuduğumuz uzman eleştirmenlerden birkaçı Cosmopolis’i beğenmişler ve de Altın Palmiyeler de şans bile vermişler.)

Filmin kahramanı Eric Packer (Robert Pattinson) bunalımı had safhada bir kapitalizm ve ABD Başkanını ağırlayan New York’ta limuziniyle babasının dostu, aile berberine gitmek gibi bir çılgınlığa girişmiştir. Seyyar evi ve bürosu lüks arabasında seks ve felsefe, biraz da iş yaparak gün geçirmektedir. Bu arada arabasıyla büyük şehrin sokaklarında göstericilerin, anarşistlerin saldırısına uğrayan, 28 yaşında üst seviyede bir Golden Boy olan Eric yaşam koşullarından yılmış, bıkmıştır. Arabasına binip inen sayısız kişiden bir tanesi, sanırım felsefi ‘coach’unun dediği gibi “Eskiden para zamanı getirirdi, şimdi zaman parayı getiriyor” açmazına kısılmış durumdadır. Paraya boğulmuş ve sadece düşmanı olan postmodern Eric için tek çıkış yolu kalmıştır. Bu uğurda kendi güvenlik güçlerini dahi temizlemek zorundadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder