(...)
Yağmurlu bir Cuma akşamı 26 yaşındaki aktör yeni filmi Cosmopolis'in prömiyeri ve burnu havalı Cannes medyasıyla buluşmak için yola çıkmadan önce memleketi Londra'da bir kaç içki içiyor. Bir kere daha ona karşı objektif olmak için kendimizi gözden geçiriyoruz. Kendisi hoş sohbet birisi (kahkahalarımızı tutamamamıza neden olan tek kollu bulaşıkçının hikayesini ve daha fazlasını konuşuyoruz) ve daha röportaja başladığımız ilk anlarda "Bu röportajın sonuna doğru kesin sarhoş olacağım," diye itiraf ediyor, bu bizim için sorun değil.
İlk ne zaman Cronenberg'in Cosmopolis'i yaptığını duydun?
Filmi çekmeye başlamadan bir yıl önce elime senaryosu geçti. Menajerim ilgimi çekeceğini düşünmüş çünkü ondan eline geçen iyi yazılmış her senaryoyu bana göndermesini istemiştim. O zamanlar başrol için Collin Farrell'ın ismi geçiyordu, senaryoyu beğenmiştim ama rol için çok gençmişim gibi hissettim ve başka bir rolü oynayabileceğimi düşündüm. Fakat sonra unutulup gitti. Alacakaranlık'ın son filmini bitirmek üzereyken hiç yoktan senaryo bana tekrar gönderildi bu defa başrol teklif ediliyordu. Ne olduğunu anlayamamıştım bile, hoş bir sürprizdi.
Cronenberg'le bu konuda hiç konuştun mu?
Senaryoyu tekrar okudum ve açıkçası hiçbir şey anlamadım. Biliyorum hikayenin derinlerinde bir yerde gizli bir tutku var ve birileri bunun ne olduğunu biliyor ama ben bilmiyordum. David'le bu konuda konuşmaktan çok korktum. Menajerim "Bu rolü kabul etmen lazım," diyordu. Fakat dünyanın en iyi yönetmenlerinden birini arayıp da hiç anlamadığınız bir senaryo üzerine konuşmak korkutucu bir olasılıktı.
Ee, onu aradın mı?
Bir hafta boyunca o telefon konuşmasından sakındım. O'na nasıl hayır diyeceğimi çözmeye çalışıyordum. Çünkü anlamadığım bir şeye hayır demek mantıklı gibi geliyordu. Fakat David'in bütün filmlerine bayılıyorum ve ona hayır diyecek olmamın bir tek açıklaması vardı o da korkağın teki olmam. Yani sonuçta onu aradım ve dürüstçe senaryodan hiç bir şey anlamadığımı ama projede yer almak istediğimi söyledim. David, bana "Harika, zaten bende anlamıyorum," dedi. Böylece her şey nihayete erdi.
İlk izlediğin Cronenberg filmi hangisiydi?
Sanırım Scanners'dı. Bayılmıştım. Küçükken Jack Nicholson hastasıydım ve Scanners'ın dvdsini de sırf içinde o var diye almıştım fakat sonra anladım ki kapaktaki kişi Michael Ironside'dı. Sonradan onu da takıntı haline getirdim. Scanners'dan sonra bir de Videodrome'u aldığımı hatırlıyorum. Cronenberg filmlerini bu kadar sevdiğimi anlamamıştım, onunla çalışmadan önce bende 10 filminin DVDsinin olduğunu fark ettim. Daha önce hiç David'le çalışabileceğimi düşünmemiştim, o sanki hep Viggo Mortensen'le çalışıyormuş gibi görünüyordu. Kendisi inanılmaz biri ve oyuncuların neden onunla tekrar çalışmak istediklerini anlayabiliyorsunuz.
Cronenberg'in yönetmenliğinin nesi diğerlerinden farklı?
O çok fazla kendinden emin. Sanki önündeki işi fazla abartmadan yapıyor. Ve bunu yaparken de direk olarak söylemese de aktörlerin sete herhangi bir sahneyi çekecek şekilde hazırlıklı gelmesini istiyor. David ortaya çıkıyor ve eğer en iyi çekimi elde etmeyi bir türlü çözemiyorsa hemen diğer sahneye geçiyor. Cosmopolis biraz fazla diyaloglu ama biraz düşününce çözülebilecek şeyler, her gün sete 40 sayfalık diyalogu ezberlemiş bir şekilde gidiyordum. Tiyatro günlerimden beri hiç yapmadığım bir şeydi. Setteki herkes aynı şekilde hazır olduğunda siz de hazır olmalısınız ki onların performansını etkilemeyin.
Senaryodan kesinlikle sapmanızı istemediği doğru mu?
Evet. Bu zaten benim de yapmak istediğim bir şeydi. Senaryonun en çok yazımını ve düzensiz ritmini sevmiştim. Kitabı da okudum, garip iniş çıkışları vardı ve sanırım David'in sevdiği şeyde buydu. Yine de repliklere kendinizden bir şeyler katmayacak olmamız güzeldi bence.
Pek çok sahne limuzinin içinde çekildi. Klostrofobik bir ortam mıydı?
Benim için gayet iyiydi. İlk başlarda fazlasıyla endişeli olmama rağmen koltuğumda otuyor ve diğer oyuncuların dünyama girmesini izliyordum. Her gün sete herkesten önce gelip limuzinde yerini alan ilk kişi oluyordum böylece diğer aktörlerin arabama girişini görebiliyordum. Arabanın içinde ben ve sahnede yer alacak diğer oyuncular dışında sadece bir robot kamera ve David'in megafondan gelen sesi oluyordu. Bahsettiğim oyuncular da Samantha Morton ve Juliette Binoche gibi büyük isimlerdi. Çekimlere geldiklerinde hafif endişeliydiler ki bu benim için mükemmeldi çünkü rolümü ortaya çıkarmamda yardımcı oldu.
Yardımcı oyuncularla önceden tanıştın mı?
Jay Baruchel ve Sarah Gadon dışındakilerle neredeyse hiç tanışmadım. En sevdiğim üç aktristen biri olan Juliette Binoche'la sevişme sahnesini çekmeden birkaç dakika önce tanıştım. Baş edilebilecek en garip şeylerden biriydi.
Oldukça cesur bir rol. Sahnelerden birinde bir yandan prostat muayenesi olurken diğer yandan iş arkadaşlarından birini baştan çıkarmaya çalışıyorsun.
Öncesinde kesinlikle hazırlık yapmış olmayı dilediğim bir sahneydi. Şimdiye kadar okuduğum en garip ve kısaltılması gereken tek sahneydi çünkü olay kitapta daha da uç noktalara gidiyor. O anda 'buradaki tek savunmasız kişi benim' diye düşünüyorsunuz. David sahne boyunca gülüp durdu. Öyle bir pozisyondasınız ki öne doğru eğilmişsiniz ve bütün şakaların merkezindesiniz bu da gururunuzu derhal bir kenara bırakmanızı gerektiriyor.
Diyalogların zorluğuna rağmen çekimlerde eğlenebildin mi?
Çok konuşkan ve oldukça karmaşık oluşundan biraz ukala bir senaryoymuş gibi düşündürse de yaptığım en eğlenceli işti. Bir nevi komedi gibi çektik, çok garip bir film.
Filmin bir sahnesinde yüzüne pasta yiyorsun.
Sanırım o sahnede burnumu kırdım. Burnum çok çabuk kırılır ve Mathieu (Amalric)'da kendini sahneye kaptıran bir oyuncu olunca biraz aşırıya kaçtı. Kameranın açısından çıktığın anda neredeyse gülmekten altıma yapıyordum, tamamen kopmuştum. Sanki bana özel sahnelenen bir stand-up gösterisi gibiydi.
Cosmopolis, Alacakaranlık filmlerinden sıyrılmak için planlanmış bir adım mıydı?
Hiç yoktan ortaya çıkan bir teklifti. Bu sektörde bir kaç tane yaratıcı, kendi filmlerini finanse ettirebilen yönetmen vardır ve bir aktör olarak kendinizi kanıtlamak istiyorsanız o en iyi yönetmenlerle çalışmanız gerekir. Maalesef son dönemlerde film stüdyoları klasik yönetmenler yerine yeni yetmeleri tercih ediyorlar. Bu çok büyük bir risk. David'in filmleri altına, üstüne müzik dayanmış rastgele sahnelerden ibaret değil, her filminin ayrı bir olayı var. Hepsi kendi çapında birer sanat eseri. Bir sonraki işimi eleştirebilmemin tek yolu bir senaryoyu okuduğumda diğerlerinden çok farklı olması ve bu nasıl film olur diye sorgulamam olmalıydı. Ve bence Cosmopolis de onlardan biri. Filmin son sahnesi tam 20 sayfaydı, sadece iki kişiyi içeriyordu ve bunlardan biri filmde ilk defa görünen bir karakterdi. Herhangi bir uyarlama senaryoyu okumuşsanız eğer son sahnenin kitaptaki her kuralı yıktığını anlayacaksınız. Çünkü o sahne Cronenberg sayesinde var oldu. O sahne olmasaydı film çok saçma gelebilirdi.
Filmin yapımına katkı sağlayacak bir gücünün olmadığını mı düşünüyorsun?
Sanmıyorum. Alacakaranlık hayranlarını bir filme çekmek için potansiyelim olduğunu düşünüyorlar ama ben bunun garantisi olduğuna inanmıyorum. Cronenberg filmiyle şanslı olduğumu ve artık hep bu tarz filmler için seçmelere katılacağımı anladım. Ne kadar ve nasıl deneme yapmamı isterlerse o rolü kapmak için istediklerini yaparım. Sadece kötü bir şey çıkarmamaya çalışırım. Umuyorum ki bir gün insanlar ilgi çekici seçimler yaptığımı görecekler ve iyi bir kariyerim olacak. Çünkü sahte bir kariyerim olsun istemiyorum. Eskiden hiç ilginç bir proje teklifi gelmeyecek, hayatım öylesine geçip gidecek ve bir gün, birisi çıkıp "Ee, Alacakaranlık dışında ne yaptın?" soracak diye korkuyordum.
Bu ilgiyle nasıl başa çıkıyorsun?
Kendimi hiç bir zaman etrafımdaki bu histeriye kaptırmadım. Bunun hepsi bir karakter için; romantik vampir Edward Cullen. Film yapılmadan önce bile Stephenie Meyer'ın halk okumalarında kızlar çığlık atıyorlardı. Pek çok ünlü insan bu ilgiden hoşlanıyor ama ben bu ilginin nasıl olur sevilir bir şey olduğunu çözemiyorum. Tamam, çok kötü bir insan değilim yani, bir hayranım sokakta karşıma çıktığında ona kibar davranıyorum ama her nasılsa nedendir bilinmez bazen kaba oluyorsunuz. Bilmiyorum bunun bir anlamı var mı ama çoğu zaman ağzımdan çıkanları hatırlamıyorum bile.
Sorun değil. Anlayabiliyoruz. Ekim'de 'Şafak Vakti - Bölüm 2' tanıtımları yapacaksın, serinin bitiyor olması seni rahatlatıyor mu?
Alacakaranlık serisinde beni en çok zorlayan şey karakterin hiç değişmemesiydi. Bir süre sonla onunla ne yapacağımı bilemez hale geldim. Kitaplarda bu sorun olmuyor, Edward Cullen hayranlar için bir kağıt parçasından fazlası, zaten ilk filmin benim için iyi gitmesinin sebebi de buydu. Fakat bir süre sonra insanlar sizi tanımaya ve siz de yeni filmler yapmaya başlıyorsunuz, artık bir fantastik figür olmaktan çıkıyorsunuz. Sadece bir insansınız. Bu konu hakkında nasıl hissetmem gerektiğini bilmiyorum hala bunu anlamaya çalışıyorum. Bir süre önce serinin yeniden çekimlerini yaptık. Eğer karakter yaşlanıyor ve yaralanabiliyor olsa bu benim için çok farklı olurdu. Alacakaranlık kendince çok güzel bir aşka hikayesi - iki başrolün ne olursa olsun bir birini asla bırakmaması. Güzel bir fikir ama oynaması öyle mi? Seyirci daha izlemeden ne olacağını biliyor. Gizemli olmanıza bile gerek kalmıyor.
Başarılı bir aktörsün. Hiç geriye, garsonluk yaptığın dönemlere bakıp "Artık bu işi yapmadığım için memnunum?" diye düşünüyor musun?
Garip bir şey var ki aktör olmadan önce yaptığım işlerden hiç nefret etmedim. Garsonluk yapmayı severdim. Berbat olsam ve üç farklı yerden kovulsam da eğlenceliydi. Bir keresinde kel bir adamın kafasına şarap şişesini devirmiştim. Dolu bir şişe şarap hem de, şanslıydım ki şişe kırılmamıştı. Bu kazadan sonra mutfak bölümüne gönderildim ve orada bütün bulaşıkları yıkayan tek kollu bir Türk'le çalıştım. Restoran bölümüne geçişim yasaklanmıştı.
Tek koluyla nasıl bulaşık yıkıyordu?
Aslında, sadece bulaşıkları kuruluyordu sanırım.
Yine de çok uğraşıyor olmalı değil mi?
Gayet iyi idare ediyormuş gibiydi (gülüyor).
Çocukken Jack Nicolson severmişsin, onların kariyeri gibi bir kariyerim olsun dediğin başka oyuncularda var mı?
Sanırım bir başka aktöre özenmek imkansız bir şey. Herkes sürekli Leonarda DiCaprio ve Daniel Day-Lewis'e özeniyor ama şu dönemde birilerinin yolundan gitmeniz pek mümkün değil. İnsanlar artık çok çabuk doyuyor. Ben kendi istediklerimi yapmak istiyorum eğer insanlar severse yapımcılarda sever. Bir aktörün kariyeri böyle işte; bir film yapımcı için, bir film kendin için. Eğer yirmi film yapımcılar, yirmi film para ve kendin için de sadece bir film yaparsan kariyerinin üzerine sifon çekmiş olursun.
Sırada yeni bir proje var mı?
Johnny Mad Dog'un yönetmeni Jean-Stephane Sauvaire'in Mission: Blacklist'i var. ABD adına Saddam Hüseyin'i bulmak için görevlendirilmiş askeri sorgusu Eric Maddox'ın hikayesini anlatıyor. Washington'da, Afganistan'dan henüz gelmiş olan Eric'le oturup 16 saat boyunca sohbet ettik, bana Saddam Hüseyin'i nasıl bulduklarını ve diğer her şeyi anlattı. Fotografik bir hafızası var ve her şeyi en küçük detayına kadar hatırlıyor. Umuyorum ki filmi Irak'ta çekeceğiz ve bu oldukça güzel olacak diye düşünüyorum. Ve ayrıca bir de David Michod'un The Rover isimli projesi var. Michod, Blue Tongue adı verilen bir sanat grubunun üyesi, yıllardır onların hayranıyım, YouTube'dan onların bütün kısa filmlerini izledim. Avustralya sinema topluluğuna enerji veren bir arkadaş grubu. Sadece oturup, yazıp, oynayıp, yönetiyorlar ve yanlarında yalnızca Avustralyalıları çalıştırıyorlar. Filmin senaryosunu okudum ve umutsuz bir şekilde seçmelere katıldım. Sanırım ekipte Avustralyalı olmayan tek kişi benim.
ÇEVİRİ: elwiens
RobertPattinsonUK | RPLife
Derginin taramaları için: Industria Dergisi'nden Yeni Robert Resimleri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder