'In Their Own Words' e-kitabı Alacakaranlık oyuncuları Robert Pattinson, Kristen Stewart ve Taylor Lautner'ın 2008'den bu yana yaptıkları röportajlardan oluşuyor.
"Her aktör kendini beğenmiş bir gerzektir."
Eski püskü tişörtü, beyzbol sapkası, solmuş kot pantolonu ve tıraşsız yüzüyle olağanüstü sıradan görünen 26 yaşındaki Pattinson, hayatını değiştiren filmi geride bırakmış olmanın mutluluğunu ve rahatlığını yaşıyor. Alışıldığı gibi, rol arkadaşı Kristen Stewart'la olan ilişkisiyle ilgili konuşmuyor fakat Twilight'tan sonra olacaklardan, ve "Fifty Shades of Grey"in (Grinin Elli Tonu) film uyarlamasında yer alacağına dair dedikodulardan bahsediyor. Sıradaki projesi ise David Cronenberg'in Cosmopolis'i.
Sonunda tüm seri bittiğine göre geriye bir dönüş yapalım. Henüz görmediğimiz son filmi de kapsayarak, tüm filmler içinde senin için en etkileyici an hangisiydi?
Tüm seri boyunca mı?
Evet. Seni en çok etkileyen ve en zorlu olan hangisiydi?
Muhtemelen ilk filmde Bella'nın hastanede olduğu ve bana "Beni bir daha asla bırakma" dediği ve benim de "Nereye gidebilirim ki?" gibi bir şey dediğim sahne. O sahnenin hala favorim olmasının sebebi bir sonraki sahneden çok farklı olmasından ötürü diye düşünüyorum; biz oradaki cümleleri uydurmuştuk ve çekim de bu yüzden farklıydı. Sonrasında çıkan tüm filmlerdeki gibi doğaçlama işi pek duyulmuş değildi, bu yüzden o parçayı çok sevmiştim. Ama en zor olanı muhtemelen son filmin ilk bölümündeki doğum sahnesiydi çünkü çok ciddi olması gerekirken komikti (güler). Kameraya direk olarak bakmamız gereken bir sahne vardı ve ben gülmekten ağlıyordum. O sahnede Bella'nın karnına eğilip bebeği dişlerimle çıkarmam gerekiyordu, bir yandan da gözlerimden yaşları siliyordum ama sanki sahnede ağlıyormuşum gibi duruyordu. Vampir olarak ağlamamam gerekiyordu ama sanki ağlıyormuş gibiydim. Oysa ki ben gülüyordum.
Kristen'i vampir olarak farklı bi şekilde görmek ve izlemek güzel miydi? O artık seksi ve sakar da değil.
Taylor'ı Comic Con'da sakarlık hakkında konuşurken dinledim ve nedense "Bella sakar mıydı?" diye düşündüm (güler). Herkes hep sakarlık hakkında konuştu. Ama ben hala çözemedim. Sakarlık kadın karakterleri, özellikle de genç kadın karakterleri oldukça çekiciyken itici göstemek için öngörülen bir bakış açısı (gülüyor). Bella sakarmış gibi gösteriliyor ama ben daha önce gerçekten sakar biriyle ya da sakar olduğu için hayatını yaşamakta zorluk çeken biriyle tanışmadım (gülüyor). Bu çok saçma.
Ebedi centilmenlik niteliğine sahip olduğunu düşünüyor musun?
Bilmiyorum. Nispeten duyarlı olduğumu düşünüyorum. Ayrıca iki tane ablamın olması ve bu yüzden de bir sürü kızlarla büyümüş olmam bana farklı bir düşünce tarzı sağladı. Bir de hiç bir takım sporunda oynamadım (gülüyor). Yani sanırım tüm bunlar da eklenebilir. Fakat evet, demek istediğim nedenini bilmiyorum ama artık bana beyefendi rolleri gelmiyor (gülüyor).
Peki sen o tarz karakterleri seviyor musun?
Evet, bazen iyi olabiliyor. Geçen gün televizyonda "Water For Elephants"ı izliyordum, filmi çekeli çok da olmamıştı, kendimi tanıyamadım ve bunun hoş bir şey olduğunu düşündüm. Eski model bir film gibiydi ve evet, oynaması da eğlenceliydi. Çekimler biraz sinir bozucu olabiliyordu çünkü içgüdülerim yüzünden karakterimin yapmaması gereken şeyleri yapıyordum. Aslında karakterlerimin çoğu doğuştan kibar insanlar ve bu da benim için iyi bir şey çünkü insanlar normalde o kadar da kibar olamıyorlar.
Peki, kötü ya da aptal bir karakteri oynamak istiyor musun?
Alacakaranlık'a kadar buna benzer işler yaptım. Harry Potter filmi dışında oynadığım filmlerde neredeyse her karakter garipti. Bilmiyorum ama normal bir şeyler buldum sanırım. Mesela sıradaki projemde gerçek birini, bir sorgucuyu canlandıracağım ve kendisi garip falan da değil. O biraz... sanki... tamam kabul ediyorum biraz garip.
Sıradaki projen nedir?
Mission: Blacklist. Saddam Hüseyin'in yakalanma hikayesi. Askeri sorgucu Eric Maddox'ın hayatından uyarlanmış. Çok çılgın bir hikaye, kendisi neredeyse 250 kişiyle konuşmuş ve bunların hiçbiri 'Amerikan Ordusu Tarafından Arananlar Listesi'nde yer almıyor. Kimse Saddam Hüseyin'in Irak'ta olduğunu bile bilmezken o Saddam'ı bulup çıkarıyor. Yani oldukça ilginç bir hikaye.
Fifty Shades of Grey (Grinin Elli Tonu) kitabını okudun mu, karakterin senin üzerine yazıldığını biliyor musun ve filminde oynar mıydın?
Sanırım yazar öyle düşünmüyor. Çünkü bir röportajını gördüm ve orada benim için "Ah, hayır. O asla olmaz," diyordu. Ben de "Hey! Bunu sana ödeteceğim," demiştim (gülüyor).
Senin üzerine yazılmış bir karakteri asla oynamayacağını mı söyledi?
Bütün diğer aktörlerin o rol için rekabete girmesini görmek çok komik. Böyle bir şeyi daha önce görmemiştim. Çok çok garip. Kitabın bir kısmı dışında tamamını okumadım, 50 Sheds of Grey* (gülüyor) diye bir kitap var gördünüz mü? Bu bir resimli kitap ve abartmıyorum, kitap New York Times'ın En Çok Satan Kitaplar Listesinde. Sanırım insanlar yanlış kitabı alıyor (gülüyor).
*Fifty Shades of Grey'yle dalga geçen bir kitap.
Yakınlarda Water for Elephants'ı izlediğini söyledin. Kendi filmlerini izlerken nasıl hissediyorsun? Kendi filmlerine dışardan bakmak uzun zaman mı alıyor?
Evet, en azından birkaç yıl. Şimdilerde ilk Alacakaranlık filmini çok seviyorum çünkü televizyonda sürekli yayınlanıyor (gülüyor). Altı kere falan izledim, filmin prömiyerinde ilk defa izlediğim zamanı hatırlıyorum da hemen salondan çıkmıştım. Sinema salonunda panik atak geçirmeye başladım ve hemen dışarıya koşup arabaya atladım ve arabasının camından beni videoya çeken kişiyi fark etmemiştim bile. Hemen yanımda duruyorlardı ve "Aman Tanrım!" demiştim. Şimdi artık o hallerim değişti. Kendi filmlerimi izlemek çok zor olsa da Cosmopolis'i izledim çünkü bir üslubu var, izlemesi zor değil.
Kendini filmlerinde izlerken neler düşünüyorsun?
Film çekerken ne yaptığımı gerçekten bilmiyorum (gülüyor). Öyle zamanlar var ki yazı tura atmak gibi; ya yazı gelir ya tura... Sahnenin çekimlerinde bile. Sete gelir gelmez işe girişip hemen sahne moduna giren oyuncuları hiç anlamıyorum. Ve bir de sürekli iyi olmalarını. Mesela bir gün sete gittim ve ne yapacağımı dahi bilmiyordum, istediğim kadar hazırlık yapmış olayım yine de ağzımı açıp da repliklerimi söyleyene kadar hiçbir şey düşünemedim. Ve filmin en iyi sahnesinde ya da ona benzer bir şeyde bir şeylerin ters gittiğini hissedebiliyordum
.
Sen method oyuncususun.
(gülüyor) Kendi tekniğimde bile bir bütünlük sağlıyor muyum emin değilim.
Serinin bu filmi için nasıl hazırlandın? Çok fazla fiziksel sahne var, bize biraz bilgi verebilir misin? Çekimler nasıldı?
Bu çok komik (gülüyor); savaş sahnelerinin gizli olması gerekiyordu ama kalkıp fragmana koydular. Yani Summit sürekli "Savaş hakkında konuşmayın," diyordu. Ama sonra fragmanı görünce "Zaten fragmanda var, siz neden bahsediyorsunuz?" dedim (gülüyor). Ama evet çok çalıştım. Özellikle de ilk başlarda çünkü ilk sahnelerden birinde üstsüz olmam gerekiyordu ama hepsi o kadardı (gülüyor). Savaş sahnelerini en son çektik ve o zaman edindiğim formdan çoktan düşmüştüm (gülüyor).
Peki nasıl başardın?
Çekerken sorun yaşamadım. Bu sadece film, o kadar da formda olmanıza gerek yok çünkü normal bir dövüş değil. Biraz dengesiz olmanız lazım ve bende tam öyle biriyim. Uzun boyluyum o hareketleri yapmak benim için kolay çünkü eğer yumruk atmanız gerekiyorsa sadece yumruk atarsınız ve bu çok etkili olur. Boks sevenler bunu biraz ciddiye alıp öyle yumruk atınca oldukça sahte görünüyor. Ama artık bu işler kolay gelmeye başladı bir ya da iki tekrarda sahneyi bitiriyoruz. Fiziksel olarak formunda olan kişiler yaklaşık on tekrarda çekiyorlar. Yalnız bu işin en sinir bozucu kısmı tellerle çektiğimiz aksiyon sahneleri ve o işte iyi olan hiç kimseyi görmedim şimdiye kadar. Tabii bu telleri kullanan operatöre de bağlı, iyi bir ekiple çalışıyorsanız sahneler güzel görünür. Eğer iyi organize edilmemişse istediğin kadar iyi oyna hareketlerin berbat görünür.
O sahnelerin çekimlerinde korkmuş muydun?
Çoğu zaman sadece çok yorgun oluyorsunuz (gülüyor). Öylesine hareketleri yapmaya devam ediyorsunuz.
Setten herhangi bir hatıra aldın mı?
İlk filmden neredeyse her kıyafeti aldım, sonrasındaki iki yıl boyunca da sürekli giydim (gülüyor).
Beyzbol sahneleri de çektiniz, beyzbol kıyafetlerini de aldın mı?
Hayır, onlar kiralıktı. Çünkü ilk filmde oldukça düşük bir bütçemiz vardı (gülüyor).
El koydukların arasında en sevdiğin kıyafet hangisi?
Jeanler, ki hepsini aldım. İlkinde nerdeyse tüm kıyafetleri satın aldım ve sonra bu şirket bana paramı geri ödedi. İlk filmde her şeyi yapabiliyordunuz, çılgıncaydı. Vancouver'da sıkışıp kalmış ve kendi kendime vizemi halletmeye çalışıyordum. Sonra setten kıyafet ödünç almaya başladım (gülüyor) ve hepsini alıkoydum.
Ne büyük bir değişiklik.
Evet. İşin komik yanı bütün aldığım şeyler hep ilk filmden. Vancouver'daki küçük, hoş mağazalardan gelen kıyafetleri giyiyordum. Ama ardından daha çok para işin içine girince giyim firmalarıyla iletişime geçildi; son filme baktığınız her bir vampirin G Star ya da Bellstaff'dan giyiniyor olduğunu görürsünüz (gülüyor). Vampirlerin nereden geldikleri bile önemli değil (gülüyor). Kıyafet konusunda üstünlükleri var. Manyakça (gülüyor).
Bunca yılın ardından en çok neyi özleyeceksin?
Çok tanıdık gelen bir duygusu vardı ve güzel olan yanı her film için tekrar sete döndüğümde sanki okulun ilk günü gibi hissettiriyor olması, tek farkı herkesi tanıyor olmak. Garip ama aynı zamanda çok da güzel bir duygu. Bir iş yaparken her şey sürekli değiyor, mesela televizyon için bir şeyler yaparken olduğu gibi. Fakat oyunculuğun en güzel yanı da bu sanırım (gülüyor); sette tanıdığınız insanları arkanızda bırakabiliyor olmak.
Böylesi bir başarıdan sonra havalara girmemeni sağlayan şey nedir?
Bilmiyorum ama bu benim güvensiz kişiliğimden kaynaklanıyor sanırım, yani benim için zor bir şey değil. Demek istediğim biri size iyi bir şey söylüyorsa hemen burnunuzun büyümesine izin vermeniz çok malca olur. Özellikle de hayatınızın her anının rapor edildiği şu günlerde. Aktör olup da kocaman egosu olan insanları hala anlayabilmiş değilim. Yani herkes senin kim ve ne denli kendini beğenmiş bir gerzek olduğunu biliyor zaten (gülüyor), çünkü bütün aktörler öyleler.
Çok özlediğin ve şimdilerde yapamadığın birşey?
Sinemaya gitmeyi çok özlüyorum, özellikle de Los Angeles'ta; çünkü dünyanın en iyi sinemaları orada. Haftada 4-5 kez sinemaya gitmeye alışkın biriyim ve bunu artık yapamıyorum. Çok kişisel bir şey; bir yerde oturmak, hiçbir şey hakkında endişelenmemek, sadece insanları dinlemek ve izlemek. Fakat sonra telefon kameraları çıkıyor ortaya; o kameralar ve TMZ her şeyi berbat ediyor. Birkaç yıl içinde insanlar "Lanet olsun! TMZ satın almamış olmayı dilerdim, kendi kazdığımız kuyuya düştük" diyecekler (gülüyor).
Peki bütün bunların sana getirdiği en iyi şey ne oldu?
İşimi yapabiliyor olmak. Yani dünyadaki en iyi işe sahibim. Keşke 12 yıl önce buna sahip olabilseydim (gülüyor).
Teşekkürler.
ÇEVİRİ: RobertaYDiego | elwiens
RobstenDreams
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder