Bir yıldız odaya girdiği zaman ortamda hemen bir değişim yaratır, mesela Kate Moss odaya girdiğinde hemen hissedersiniz, ortam tuhaf bir şekilde aydınlanır. Ve bunu Robert Pattinson, Beverly Hills Oteli'nin süitinde, sizden on adım uzaktayken bile hissedebiliyorsunuz. Her ne kadar bu otel ünlüler için günlük bir konaklama yeri olsa da -Rachel Zoe, başında büyük sarkık şapkası, Polo Lounge'da öğle yemeğini yiyor; January Jones da dün gece otelin lobisindeydi- Robert'ın varlığı elle tutulur bir hava yaratmış durumda. Dior şirketinin düzgün, temiz giyimli Parisli kadınları koridorlarda bir aşağı yukarı dolaşıyor, ellerindeki dosyaya bakarken gergin görünüyorlardı. "Robert hazır, değil mi?" diyerek bir güvenlik görevlisine fısıldadı, içinde son 10 yılın en çok tartışılan aktörlerinden birinin bulunduğu odaya doğru kafasını sallarken.
(...)
Pattinson, işinin bu kısmını pek sevmiyor - röportajlar ve detaylı sorular - ama bugün burada zorla bulunmuyor, daha çok düğünde yaşlı bir akrabanın yanında oturmaya zorlanmış, esprilerime diplomatik bir şekilde gülüp duran ve Los Angeles hakkında yorumlarıma "gibi", "bir nevi", "aynen" yanıtlarını veren genç bir adam gibi. Robert oldukça sevimli, şaşırtıcı bir biçimde içten ve de kıkırdayıp duruyor. Diyet kolasından bir yudum alıp elektronik sigarasını içerken, bir yandan da Dr. Who'dan ("Bir bölümünü bile izlemişliğim yok. Bu oldukça kötü, değil mi?") ve Game of Thrones'tan ("Herkes müptelası olmuş. Bu çılgınca.") bahsediyor.
(...)
Bu aralar, önemli oyuncuların atabileceği en emin kariyer adımı parfüm reklamları. Üst düzey yıldız oyuncular, itibarlı yönetmenlerle güzel reklamlar çekmek için ünlü şirketlerle anlaşmalar imzalıyorlar. Peki markanızı, 3 milyar dolarlık bir seri filmin başrol oyuncusu olan bir adamdan daha iyi kim temsil edebilir? Akıllıca bir hareket Dior. Reklam filmi şaşırtıcı şekilde nefes kesici bir [Andy] Warhol filmi gibi. Nan Goldin tarafından çekilen fotoğraflarda Robert, New York'un gökyüzü manzarası karşısında çatıda koşuyor ve Fransız aktrise tutkuyla sarılıyor. Tıpkı hüzünlü James Dean gibi görünüyor. Saçları neredeyse asker tıraşı kadar kısa.
"Aslında en başta tamamen kazıtmayı düşünüyordum. Gerçekten kısa olmasını istiyordum." Düşünceli bir ifadeyle duruyor. "Sanırım bunun korkusuzca yapılan bir şey olacağını düşündüm. Bir reklam filmi çekiyorsunuz, dolayısıyla yapmacık bir tavır sergilemek istemezsiniz." Eminim [Robert] ki önceden de büyük paralı anlaşmalar için teklif almıştır. Bir reklam kampanyasında yer almak, kişisel olara bu kadar ön planda olan biri için beklenmeyecek bir hamle. Peki neden şimdi?
"Önceden, 'Acaba insanlar benim bir satış malzemesi olacağımı mı düşünecek?' diye aklımda geçirip duruyordum. Ama elbette görüyoruz ki, bu neredeyse bütün aktörlerin yaptığı bir şey. Eskiden her şeye hayır derdim çünkü herkesin beni yargılayacağını düşünürdüm." Peki fikrini değiştiren ne oldu? "Dior teklifi sundu ve ben de yapmak istedim. Önemli bir karardı - bir dakika öncesinde birkaç kez fikrimi değiştirdiğim bile oldu."
Tabii ki değiştirmiştir. Alacakaranlık'ın da bedelleri vardı; Pattinson'ın etrafı paparazziler ve çılgın hayranlar tarafından sürekli kuşatılmış durumda ve özel hayatı da sürekli gündemde. Kristen Stewart'la ayrılığı bu günkü konumuz değil fakat acaba [Alacakaranlık'tan] kazandığı ücret tüm bunlara değdi mi? Alacakaranlık Serisi açısından bakarsak değmiştir, sonuçta bu seri ona para ve Hollywod sektöründe ileride ne yapacağını seçebilme şansı verdi.
"Sayılır. Alacakaranlık gibi bir seriden sıyrılmak gerçekten zor; insanlar sizi bir kez böyle bir şeyle tanıdılar mı, o imajdan sıyrılmak zor oluyor. Ve ayrıca, şey, rol verilmesi kolay biri de değilimdir... fiziğim yüzünden. İnce, uzun biriyim. Beni spor filminde ya da öyle bir şeyde hayal edemezsiniz, değil mi? Asla o tarz bir adamı oynayamam."
Kendisinde bir başrol oyuncusu malzemesi olduğunun da farkındadır herhalde. "Bilmiyorum," elektronik sigarasından bir nefes çekip gülüyor. "Belki vücut eğriliğim vardır." Kendini yakışıklı buluyor mu? Kaşlarını çatıyor. "Değişiyor, bazen buluyorum. Ama görünüşüm konusunda anlaşılmazımdır. Sürekli fotoğrafınız çekildiği zaman, bu sizi değiştirir. Alacakaranlık'ın ilk çekimlerini hatırlıyorum da, görünüşüm umrumda bile değildi - üzerimde bu kadar baskı yoktu. Sanırım o zamanlar 'Çok harika görünüyorum' gibisinden bir tavrım vardı," diye gülüyor.
Şimdi de zenginlik içinde baskı hissediyor. Dün gece Pattinson'ı, Los Angeles'ta Dior kampanya lansman partisinde gördüm. Geldiğinde koyu lacivert takım elbisesini içerisinde çok şık görünüyordu ve sorulan sorulara da saygılı bir şekilde cevap vermişti. Ama fotoğrafının çekilmesine ve insanların kendisine bakmasına alışkın biri olarak nedense oldukça utangaç görünüyordu.
"Ne zaman bir yere gitsem, 'Bunu ne kadar daha südürebilirim' diye düşünüyorum. Giyinip bir yere gitmek ve gözlerin sürekli sende olması - çok gerginleşiyorum. Oradan ayrılana kadar, milyon kez değişiyorum. Bu çılgınca. Bir yere gitmeden önce aynada kendime bakıp 'Berbat görünüyorsun' diyorum. Sonra da kırışıklarımı dert etmeye başlıyorum." İyi de daha 27 yaşındas. Gerçekten mi? "Gerçekten. Benimle birlikte çalışan herkes biliyor ki oturup görünüşüm konusundaki panik atağımın geçmesini beklemek zorundalar."
Acaba şu anki bildiklerini önceden de bilseydi bu yolu seçer miydi, karar vermek zor. O sadece Londra'nın varlıklı bir kenar mahallesinde gelme orta sınıf bir çocuk; bir model menajeriyle, gençken tiyatro grubuna katılan bir işadamının oğluydu. Ve ayrıca bizzat kendisinin söylediğine göre, kimse Alacakaranlık'ın bu kadar patlayacağını tahmin etmiyordu ("Hiç beklemiyorduk, hatta film şirketi diğer kitapların haklarını bile satın almamıştı ve sonunda bunun için büyük paralar ödediler"). Daniel Craig ya da Matt Smith gibi aktörler en azından ne için anlaşma imzaladıklarını, oynadıkları karakterlerin hayran gruplarını ve diğer endüstrileri etkilediklerini biliyorlardı. Kitapların onca başarısına karşın, kimse Alacakaranlık filmlerine o kadar coşkulu tepkiler geleceğini tahmin edemezdi.
"Kimsenin tek bir fikri bile yoktu. Ama bir bakıma benim için iyi oldu, çünkü bazı insanlar görüyorum ki büyük filmler için anlaşma imzaladıkları halde 'Bunun olmasını beklemiyordum,' deme fırsatları bile olmuyor. Bunu söyleyebilme özgürlüğü benim hapishaneden çıkış kartımdı," diye gülümsüyor hüzünle.
"Yani bu demek oluyor ki istediğimi söyler, istediğim gibi davranırım çünkü bu noktaya tesadüfen geldim. 'Paparazziler sinirimi bozuyor' gibi cümleleri söylemek daha kolay oluyor. Bu kadar ilgiyi dilemediğimi ve bunun olacağını da bilmediğimi söyleyebilirim." Bu, sabahtan beri söylediği en mühim şeydi, artık bir genç gibi görünmediği an.
Seçimlerini The Rover, Maps To The Stars, Cosmopolis gibi filmlerden yana kullandığını göz önüne alırsak, Pattinson'ın artık büyüyüp bir yetişkin olmak istediğini söyleyebiliriz. "Cosmopolis'te gerçekten çok şanslıydım. O filme Alacakaranlık'ın sonlarına doğru başladım ve bu beni biraz mazur gösterdi diyebilirim." Bir aktör olarak mazur görülmeye ihtiyacı mı var? "Alacakaranlık'la ilgili bir şeyleri eleştirdiğimden değil ama bu bir nevi..." Söyleyeceklerinin nasıl algılanacağını düşünerek duraklıyor ve sözlerini değiştiriyor. "Birden David Cronenberg'in filminde yer almak ve ardından Cannes'a gitmek o kadar beklenmedik bir şeydi ki... Yani çok... iyiydi." Ardından ekliyor. "Daha önce kendimi bir aktör gibi hissetmemiştim." Neden? "Çünkü yeni yeni ilgilenmeye başladım diyebilirim. Yani, film seçimlerinde iyi olduğumun farkındaydım ve ne yapmak istediğimi de biliyordum fakat gerçekten nasıl oyunculuk yapılacağını bilmiyordum. İşimde ilerlerken bir yandan da bunu çözmeye çalıştım. Cosmopolis'le birlikte 'Tamam, aslında diğer projeleri de yapabilirim,' diye düşündüm. Bir kez gençlik filminde oynadığınız zaman hep bununla mücadele etmek zorundasınızdır; Filmler ne kadar geniş kitlelere hitap ediyorsa, insanların sizi farklı tarz bir şeyde görmesi de o kadar zordur. Ve bu da üstesinden gelmekte zorlanacağınız bir şey."
Pattinson, Los Angeles'ta gösterişsiz bir hayat yaşamaya özen gösteriyor. Paparazziler hala bol bol fotoğraflarını çekmekten ve arabasına ping-pong masası yüklediğini ya da bakkaldan bir şeyler aldığını (Geçenlerde 'Robert Pattinson tuvalet kağıdı stoğu yapıyor' şeklinde bir manşet vardı) yazmaktan geri kalmıyorlar. O yüzden Pattinson kırmızı halı etkinliklerinden, tanıtımlardan uzak kalıyor ve ayrıca Twitter'dan da nefret ediyor. "Tam bir kabus gibi - neden üstüme daha çok ilgi çekmeye çalışayım ki?" Görünüşe bakılırsa Pattinson en baştan beri arkadaşları olan insanlarla dostluğunu sürdürüyor, özellikle çocukluk arkadaşı Sienna Miller'ın sevgilisi Tom Sturridge ile. Ünlü insanlar geçmişlerine yönelik olarak hep kaderlerinde olacakları hissettiklerini söylerler, peki o bunu hissetti mi? Acaba herkesin çıkmak istediği o popüler çocuklardan biri ya da bir grubun başı mıydı?
"Hayır, hiçbir zaman o 'havalı insanlar'la takılan biri olmadım," diyor şaşkın bir şekilde. "Aslında benim gittiğim okulda, eğer o havalı insanlardan biri olmak istiyorsanız, insanların etrafında dolaşıp onların telefonlarını çalmanız gerekirdi. Yani asla onların bir parçası olmadım. Benim arkadaş grubum; -ki hala da aynı arkadaş grubuyla takılıyorum- aslında bu kulağa ezikce geliyor belki ama biz gerçekten sanat yapıyorduk. Hiçbir zaman havalı partilere davet edilmedik, edilsek bile bir köşede tek başımıza takıldık."
Pattinson'ın kolay incinebilir bir tarafı var. O, süslü konuşmalar yapan, medya eğitimi almış ve bulunduğu ortama ayak uyduracak sağlam bir bünyeye sahip tipik bir Hollywood yıldızı değil. İnsanlarda, içine kapanık biri izlenimi yaratmasına rağmen, dışa dönük işler yapmakta ve uyum sağlamayı becermekte harika bir yeteneği var. Peki ya çok fazla uyum sağlarsa? Şımarık olmaktan nasıl kurtulacak?
"Çünkü bunu diğer insanların yaptığını hergün görüyoruz. Bu yolu seçip de tam bir ahmak olarak nitelendirilmek çok kolay. Adamın biriyle açlıştığım bir proje geldi aklım. İlk filmiydi ve 3 hafta falan olmuştu. Birisiyle bir şeyler konuşuyordu ve elindeki su şişesini bitirmişti. Ve gelip birinin elindeki su şişesini almasını istercesine şişeyi ileri doğru uzatmıştı. 'Üç haftadır buradasın be!' diye düşünmüştüm."
"Belki ben biraz hassasımdır. İnsanların beni hoşlanmamalarını istemem," diye omuz silkiyor. "Aslında insanlardan bir şeyler isterken zorlanıyorum. Eğer insanlara patronluk taslarsanız, zorunluluktan dediklerinizi yaparlar ama ardından 'Demek bana patronluk taslıyorsun ha, arkandan insanlara senin hakkında boktan şeyler söyleyeyim de gör' moduna girerler." Lakabı R-Pattz'a geliyoruz, suratını asıyor, pek de hevesli görünmüyor bu konuda. "Bu lakabı bir anlayamadım gitti. O kadar sıradan ki. Sevimli bir lakap olduğunu da düşünmüyorum. Tıpkı..." Omuz silkiyor ve ellerini bıkkınlıkla havaya kaldırıyor. "İnsanları size saygı duymaları için zorlayamazsınız." Gülüyor. "Bu lakap da acayip bir şey işte."
Bir parfüm kampanyasında yer aldığına göre, kokulardan bahsetmesek olmaz. Acaba kadınlarda hangi kokuyu beğeniyor? "Biliyorum, komik ama bir insanın kokusundan yola çıkarak onunla ilgili bir çok şey söyleyebilirsiniz, değil mi?" Ona bir keresinde sırf kokusunu beğenmediğim için bir adamla ilişiğimi kestiğimi söylüyorum. "Aynen öyle, ki bu garip. İnsanlara komik bir yolla ne kadar iyi olduklarını söyleyebilirsiniz. Garip insanlar garip kokarlar. Bir nevi hayvani bir durum aslında. Eğer birinin kokusu sizi tam olarak etkileyebilirse, bu inanılmazdır. Bu büyük bir güç." Ona nasıl koktuğumu soruyorum. "Bir şey diyemem," diye gülüyor kibarca. Yine düğündeki yaşlı akraba oldum çıktım. "Seni pek tanımıyorum ki." diyor. Bu utanç verici anım da, Parisli kadınlardan birinin zamanımızın bittiğini söylemesiyle sona eriyor. Tek bir soru daha, diyor kadın.
İnsanların kendisi hakkında neler söylemesini isterdi? Nasıl anılmak isterdi? "Bilmem. Sanırım benim gerçekten iyi bir dost olduğumu söylemelerini isterdim." Gülümsüyor. "Bu söylediklerim, kulağa dünyanın en harika insanı olduğumu belirtiyormuşum gibi mi geliyor?"
Öyle olduğunu düşünen kadınlar da var tabii ki. Ama belki de o sadece sigarayı bırakmaya çalışan, toplumun için büyüyen beysbol şapkalı bir adamdır. Ve bana kalırsa gayet de iyi iş çıkarıyor.
Blogumuz adına çeviriyi yapan: Nur Güven
Kaynak linki belirtilmediği sürece blogumuzdan çeviri alınması kesinlikle yasaktır.
RPLife
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder