1 Mayıs 2014 Perşembe

Sunday Style (Avustralya) Röportajı [Eylül 2013]

Bir Erkeğin Evrimi

Robert Pattinson'ın kanı kaynayan bir gençten tam teşekküllü bir oyuncuya geçişi hala devam etmekte, diyor Michelle Manelis. Keşke bir de bu kadar panik olmayı bıraksa...

Robert Pattinson bana sarılmaya yelteniyor. Ama kımıldamıyorum bile; ben öyle sarılmayı seven biri değilimdir. Onun yerine sadece elimi uzatıyorum, ki bu da onu kahkahalara boğuyor. "Tamam, böyle mi yapacağız?" diyerek gülümsüyor eğlenmiş bir tavırla ve afallıyor.

Şakalaşmayı bırakıp Pattinson'ın otel odasındaki salona geçiyoruz, yeni yüzü olduğu Dior Homme'un bir şişesi, kahve masasının üzerinde duruyor. Ona, parfüm reklamlarının kariyer listesinde yer almayacağını söylediği konuşmalarımızı hatırlatıyorum. Kaşlarını çatıyor, "Haklısın ama o kadar pis kokmaya başlamıştım ki, artık parfüm kullanmam gerekiyordu."

Ürün satma çabasının oldukça sorgulanabilir olduğunu söylediğimde gülüyor ve başıyla onaylıyor. Pattinson'ın davranışları onun devasa şöhretini unutmamızı kolaylaştırıyor. O, hala 2008'de ilk Alacakaranlık tanıtımları için Los Angeles yolunda olan tanınmayan bir İngiliz aktör gibi davranıyor. O zamanlar Hollywood'daki kızların onu fark etmediğinden yakınmıştı. Ayrıca tanıtımını yaptığı vampir temalı filmine de şüpheyle yaklaşıyordu.

Bir anda başına gelen o aşırı ilgiyi kastederek 'Ne istediğin konusunda dikkatli ol' atasözünü örnek vermeden geçemiyor. "Bunların hiç birini beklemiyordum, böyle bir şeyi dilemedim de zaten," diyor neredeyse özür dilercesine. "Tamamen şans eseriydi. Bir işten diğerine geçip duruyordum."

3.7 Milyar Dolar hasılat yapan Alacakaranlık Serisi, ona yeni işlerin de kapısını açtı; mesela Water For Elephants, Remember Me ve Cosmopolis gibi. Kariyerinin gidişatından memnundur herhalde?

Şöyle bir düşünüp taşınıyor. "Evet, öyle," diyor tereddütle. "Gidişat iyi görünüyor ama aklı başında biri olarak kalmak zor. Gerçekten zor." Elektronik sigarasından bir nefes çekiyor. "İlk başta hayatımın yavaş yavaş değişmeye başladığını fark etmemiştim bile çünkü sürekli çalışmakla meşguldüm. Ama sonunda bu duruma alıştım."

(...)

Neden Dior'u tercih ettiğini sorduğumda, açıklıyor: "Açıkçası bunu söylememem gerek ama ben Dior'a hep bir üründen çok marka gözüyle bakıyordum." Sesini alçaltarak, Paris'ten gelen iki Dior temsilcisine şöyle bir göz atıyor. "Diğer şirketlere de göz attım - laf olsun diye söylemiyorum ama bir erkek için Dior'dan daha zarif bir şey düşünemiyorum."

Kendisini erkek gibi görmeye başladığı lafını ona belirttiğimde, utanarak gülümsüyor.

"Şey, evet, hayatımda bir geçiş aşamasındayım. Genç olarak algılanmaktan kurtulmaya çalışıyorum ve sanırım işe de yarıyor. Artık 27 yaşımdayım ve insanların bana daha farklı bir gözle baktıklarını hissedebiliyorum. Bu yıl, tuhaf bir yıl. Alacakaranlık'ın bitişi ve yaptığım diğer filmlerle beraber, mesela Cosmopolis, artık gerçek bir aktör olarak muamele görmeye başladım..." Her zaman yaptığı gibi orada duruyor ve cümlesini tamamlamıyor.


Birden öne doğru eğiliyor. "Son 3 gündür, hayatım boyunca kullandığımdan daha çok parfüm kullandım. Bu arada, bugün öğrendim ki o parfüm değil, eau de toilette*miş."

Evet, o artık kolonya kullanan bir yetişkin. Peki kariyeri açısından bir sonraki adımı ne olacak? Sık sık en iyi giyinenler listelerinde yer alıyor, acaba kariyerinde modaya da yer verir mi? "Aslında, birkaç tane takım elbise tasarlamışlığım var," diyor hevesle. "Bir tanesi de, son Alakaranlık filminin galasında giydiğim balıksırtı desenli zümrüt yeşili olandı." Medyada sürekli yer alan o takımı, sık sık ürünlerini giydiği Gucci ile ortaklaşa hazırlamış. "İlerde daha da fazlasını yapacağım."

Belli ki o, iyi bir takım elbisenin değerini bilen bir adam. "Evet, kesinlikle öyle. Takım elbiselerle çok garip bir ilişkim var," diye itiraf ediyor. "Onları sadece bir defa giyiyorum, bu yüzden içinde yaklaşık 1000 tane takım elbise olan bir ardiye odam var. Ara sıra arkadaşlarıma ödünç verdiğim de oluyor ama doğrusu istifçiyimdir. Neden bilmiyorum fakat bir şeyleri atmak bana gerçekten zor geliyor."

Bu kadar göz önünde bir isim olması ve kırmızı halılardaki rahat tavrına rağmen normal yaşantısında aşırı gergin biri olduğunu görmek çok şaşırtıcı. "Çok panik oluyorum. Gerginleşiyorum," diyor. "Arabadan dışarı adımımı atana kadar böyleyim sonra gerginlik yok oluyor. Ama o ana gelene kadar çıldırıyorum."

Bir İngiliz'in kendini küçümseyen kelimeler kullanması sıradışı bir şey değil ama Pattinson'ın başı bu paniklerle gerçekten belada gibi. "Ne için mi panik yapıyorum?" diye soruyu yineliyor tedirgin bir şekilde. "Şey, aslında herhangi bir şey olabilir. Vücudumda bir eğrilik olduğunu düşünüyorum, aşırı endişeleniyorum." Pattinson'ın vücut bozukluğundan muzdarip olması şaşırtıcı. "Sanırım bu kendine güvensizlikle ilgili çünkü kendini beğenmiş biri olmayı hiç beceremedim. Karın kaslarım yok ve spor salonuna gitmekten nefret ediyorum. Hayatım boyunca hep böyleydim. Tişörtümü çıkarmayı hiç istemiyorum. Sarhoş olmayı tercih ederim," diyor gülümseyerek.

Belli ki Hollywood'un önde gelen adamları da Hollywood'un önde gelen kadınlarıyla aynı baskıyla karşı karşıya; ne olursa olsun görünüşünü korumak, mesleğinin devamı için şart. "Evet, kendini giyiyorsun, bu senin kendi markan," diyerek katılıyor. "Her iş, diğer mesleğe giden bir yol. Ve şimdi yaşlanıyorum, galiba artık spor salonuna gitmek zorunda kalacağım. Ama biliyorum ki her gün gitsem de bu sadece bir hafta sürecek."

Tabii ki fit kalmanın, terli spor salonlarında kas şişirmeyle uğraşmaktan daha zevkli yolları da var. "Söyleyeyim," diyor bir kahkaha patlatarak. "Sörf yapmayı öğreniyordum. Malibu'daydım ve fotoğrafımın çekildiğinin farkında değildim; tam bir gerizekalı gibi görünmüşüm. Ve bu birkaç kez tekrarlanınca, tamamdır, bir gerizekalı olursunuz. Ben de bu gerçeğin farkına vardım ve artık sörf yapmamaya karar verdim."

Londra'da doğup büyümüş olan Pattinson'ın iki tane ablası var. Annesi modellik ajansında çalışmış, babası ise Amerika'dan eski model araba ithalatı yaparmış.

En sevdiği çocukluk anılarından birini anımsıyor. "Hatırlıyorum da, Noel'de, alt kata gizlice inip annemle babamın noel ağacının altına koydukları hediyei görmüştüm. Bir Lego Death Star (Lego Ölüm Yıldızı)'dı," diye sırıtıyor. "Nasıl da heyecanlanmıştım. Hala da saklarım. Yaklaşık 10 yaşımda falan olduğum o Noel sabahından beri hiç dokunmadığım bir hediyedir."

Acaba bu unutulmaz hediye o tıka basa takım elbiselerle dolu ardiye odasında mı duruyor? Gülüyor. "Hayır, aslında annemle babamın evindeki yatak odamda duruyor."

Kristen Stewart'la aralarında geçenlerden sonra sonunda barışmış gibi duruyorlardı ama daha sonra Pattinson, eşyalarını Kristen Stewart'ın Los Angeles'taki evinden alırken görüldü.

"Canımı sıkan çok da bir şey yok - insanları affetmek ya da onlardan bir şey beklemek gibi bir ihtiyacım yok..." Sesi yine giderek yok oluyor. "İnsanları yaptıklarına göre değerlendiriyorum. Bu doğru mu yanlış mı pek umrumda değil; zaten yeterince şeyi göz ardı ediyorum. Ama eğer katlanamayacağım bir şey yaparlarsa, onları keser atarım."

Romantizm konusuna gelince, "Oldukça hassasım. Hep büyük jestler yaparım ama bu tamamen benim egomla alakalı bir şey. İnsanlara hediyeler vermeyi severim hatta kendimi en iyi hediye veren kişi olarak görürüm ama bunun tek sebebi kendime bir şeyler aldığımda bunu diğerleri için de kullanışlı hale getirmek istemem."

Bu kadar genç yaşta bunca deneyime sahip olan biri olarak, zamanda geriye gidebilse kendine verebileceği tavsiyeler var mı? "Pek yok," diyor.

Yani bu, şu zamana kadar hep doğru kararları verdiğini mi gösteriyor? Düşünmek için duraklıyor. "Bilmiyorum. Belki de." Ardında gülümsüyor. "Belki de daha farkında değilimdir."

*Eau de toilette: bir nevi kolonya.

Blogumuz adına çeviriyi yapan: Nur Güven
Kaynak linki belirtilmediği sürece blogumuzdan çeviri alınması kesinlikle yasaktır.
RPLife

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder