11 Mayıs 2014 Pazar

'The Rover' Prodüksiyon Notları


Rol için aradığı şevki Robert Pattinson'da gören yönetmen Michod, daha önce Alacakaranlık filmlerini izlemediğini ve Pattinson'a aşina olmadığını söylüyor fakat Los Angeles'ta tanıştıktan ve deneme çekimlerinden sonra aradığı kişiyi bulduğunu belirtiyor: "Deneme çekimlerindeki performansı harikaydı, çok gerçekçi ve dokunaklıydı. Onda en çok sevdiğim ve ilk görüştüğümüzde benim için doğru isim olduğunu anlamamı sağlayan şey bu rolü gerçekten istemesiydi."

Issız bir mekanda (sadece tek bir telefon hattı olan ve cep telefonlarının çekmediği bir yer) bulunmak oyuncuların ve teknik ekibin yerel halkla dostluğunu sağlamlaştırmış. Pattinson: "Gerçekten ilginçti.  Daha önce hiç böyle bir yerde çekim yapmamıştım. Kilometrelerce bomboş araziler. Öylesine küçük bir kasabada, küçük bir teknik ekiple çalışmak, sürekli beraber takılmak çok eğlenceliydi. Aranızda harika bir bağ oluşuyor, bunun gibi bir şey yaşamayalı uzun zaman olmuştu. Büyük stüdyo filmlerinde böyle bir yakınlık kuramıyorsunuz."

Yıkıcı ekonomik krizler, umutsuz mücadeleleri de beraberinde doğurur. Ortaya çıkan ortam ise dolandırıcıları ve suçluları bu maden dünyasının sınırına getirir. İnsanlığın adeta yeniden şekillendiği bir ortamda insanlar ihtiyacı olanı elde etmek için her yolu dener. [Guy] Pearce şöyle açıklıyor: "Dünya bir kargaşanın içine sürüklenmiş durumda. Çok umutsuz bir ortam var ve muhtemelen yaşadığımız dünyanın sonu da böyle olacaktır... Bence The Rover, 'dünyamız alt üst olursa nasıl olur ya da nasıl olurdu'ya bir örnek."

[Yapımcı, Liz] Watts da filmdeki umutsuz dünyanın çok gerçekçi olduğu konusunda hemfikir: "Filmdeki dünya 2008'de yaşanan krizle ilişkilendiriliyor. Çin'e yaptıkları ihraç ve madenlerinin gücü sebebiyle Avustralya bu krizden sağ kurtulmuştur."

Michod: "Filmde Asya ağırlığı seziliyor ama ben daha çok dünyanın her yerinden, her köşesinden gelen insanlar olmasını istedim. Rey, Amerika'nın güneyinden, kardeşi Henry ile birlikte kalkıp madende çalışmak üzere Avustralya'ya gelmiş." Yalnızca Pattinson ve Scoot McNairy Amerikan aksanı kullanıyor. Fakat The Rover pek çok dil ve aksanı barındırıyor, mesela Mandarin, Kamboçyaca ve tabii ki Avustralya aksanı. Pattinson'ın karakteri Mandarin dilinde birkaç kelime konuşabiliyor ve Caleb'ı canlandıran [Tawanda] Manyimo ise normal hayatta Yeni Zelanda ve Zimbabve aksanı kullanıyor, Michod da bunu filme kullanmış istemiş. Dünyanın her yerinden aksanları barındırması filmin yarattığı atmosfer açısından çok önemli.

Hikaye oldukça basit aslında: iki karakter, Eric (Pearce) ve Rey'in (Pattinson) bir araba yolculuğuna çıkıp Rey'in abisi Henry'yi (McNairy) bulma macerasını konu ediyor. Fakat hikayedeki kurnazca planlanmış virajlar karakterlerin duygusal yanını ortaya çıkarıyor ve ikilinin bir ekip olarak hareket etmesine sebebiyet veriyor. Yola çıktıkları bu macera, tanıdık gelen ve hoş karşılanmayan bazı baskın duyguları ortaya çıkararak içsel çatışmalar yaşamalarını sağlıyor. Film genel olarak Eric ve Rey'in de aralarına katılacağı kurtuluş çabası içerisinde gruplaşan insanları konu ediyor.

Filmin başında Eric'le tanıştığımızda, sona yaklaştığına tanık oluyoruz. Etrafındaki dünya parçalara ayrılırken Eric de onunlla beraber paramparça oluyor. Pearce bu konuda şunları söylüyor: "Onu fena halde dibe vurmuş bir şekilde görüyoruz... Hayatta hiçbir şeyi kalmamış... Dünyanın adaletsizliği onu yiyip bitirmiş." 

Eric, en başından beri bir nevi kişisel bir yolculuk yapıyor. Arabası onun tek varlığı ve derin bir anlamı var. Üç suçlu tarafından çalındığında, sonuçları ne olursa olsun arabasını geri elde edebilmek için amansız bir mücadeleye girişiyor. Eric, bütün umutlarını kaybetmiş; bu dünyada herhangi birini veya bir şeyi umursamıyor. Çıktığı bu av, aksiyona olan ihtiyacını gösterdiği kadar arabasına olan bağını da ortaya koyuyor.

Tam bu noktada ikili karşı karşıya geliyor; Rey'in amacı hayatta kalmak. Kanlı biten hatalı bir planın ardından; Rey, abisi Henry, arkadaşları Archie ve Caleb tarafından yol kenarında ölüme terk ediliyor. Eric, Rey'i bulduktan sonra, tıbbi yardım arayışına giriyor, çünkü eğer Rey sağ kalırsa onu Henry'e ve arabasına götürecektir. Ve böylece ikili tozlu ve tehlikeli yollarda geçen bir maceraya girişiyor.

Pearce açıklıyor: "Filmin başında, Rey'in yaşadığı dünyada ne kadar savunmasız olduğunu görüyoruz; yaralanmış ve kardeşi tarafından terkedilmiş. Eric'in de umurunda olmuyor... Bu çocuk için zerre kadar merhamet duymuyor. Açıkçası onu kendi ihtiyacı olan şeyi elde etmek için kullanıyor."

Pattinson ise karakteri Rey'i şöyle tanımlıyor: "Hayatı boyunca her daim başkalarının korumasına ihtiyaç duyan ama aynı zamanda yanındakilere de sürekli yük olan ve asla bağımsız biri olarak yaşayamayacağına inanan biri. Biraz yavaş ve çok ama çok fazla sefil, sürekli insanlar tarafından koruyup kollanması gerekiyormuş gibi hissediyor. "

Film boyunca Eric ve Rey'in duygusal maceralarına tanık oluyoruz. Pearce şunları söylüyor: "Rey sayesinde Eric'in içinde hayat ve sevgi kıvılcımları oluşuyor. Bunlar onu sarsıp kendine getirmiyor ya da onu değiştirip pozitif birine dönüştürmüyor ama şaşırtmaya yetiyor çünkü [Eric] uzun süredir çok depresif bir hayat yaşıyordur... Dengenin biraz olsun değiştiğini ve Eric'in bu çocuk için bir şeyler hissetmeye başladığını görüyoruz fakat bu duygular Eric'e iyi gelmiyor. Neredeyse 10 yıldır kimse için hiçbir şey hissetmeyen bu adamın yaşadığı duygular hayatını daha da karışık bir hale getiriyor."

Blogumuz adına çeviriyi yapan: elwiens
Kaynak linki belirtilmediği sürece blogumuzdan çeviri alınması kesinlikle yasaktır. 
@Gossipgyal | RPLife

1 yorum: